Avrupa’ya Sert Eleştiriler Yöneltti

Avrupa’ya Sert Eleştiriler Yöneltti
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, "Bir yandan mültecilere kapılarını kapatan, onları içeri alınmaması gereken zararlı unsurlar olarak gören,...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, "Bir yandan mültecilere kapılarını kapatan, onları içeri alınmaması gereken zararlı unsurlar olarak gören, diğer yandan da başörtüsünü kamusal ve toplumsal alandan dışlayan yaklaşımın Avrupa'nın temel değerlerinin başında gelen insan haklarıyla bağdaştırılması mümkün değildir" dedi.

Anayasa Mahkemesinin 55'inci kuruluş yıl dönümü nedeniyle Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu'nda gerçekleştirilen törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Binali Yıldırım, Genelkurmay Bakanı Orgeneral Hulusi Akar, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Başbakan Yardımcıları Numan Kurtulmuş ve Tuğrul Türkeş, Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, Maliye Bakanı Naci Ağbal, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, HDP Parti Sözcüsü Osman Baydemir ve Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek katıldı. Törende konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Anayasa Mahkemesinin 54. kuruluş yıldönümünden bu yana anayasal demokrasiyi ilgilendiren iki olayın yaşandığına dikkat çekti. Bunlardan birincisinin demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz'da gerçekleşen darbe teşebbüsü olduğunu kaydeden Arslan, "Milletimizin demokratik bilinci ve kararlı duruşu sayesinde demokratik anayasal düzeni yıkmaya yönelik bu teşebbüs başarılı olamamış, Türk demokrasisi önemli bir sınavı başarıyla geçmiştir" diye konuştu.

"DEMOKRASİMİZ AÇISINDAN BAŞLI BAŞINA BİR KAZANIMDIR"

İkinci önemli gelişmenin ise 16 Nisan'da yapılan halk oylaması olduğunu vurgulayan Arslan, "Demokrasi en genel anlamda "halkın halk tarafından halk için yönetimi" olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımın en önemli unsuru, yönetimin öznesinin halk olmasıdır. Siyasi özne olarak halkın temel tercihlerini seçimler ve referandumlar yoluyla açıkladığı da herkesin malumudur. 16 Nisan'da yapılan halk oylamasında halkımız yüksek bir katılımla ve büyük bir demokratik olgunlukla sandığa gitmiştir. Halk oylamasının yüzde 85'i aşan bir katılım oranıyla gerçekleşmiş olması demokrasimiz açısından başlı başına bir kazanımdır. Bu vesileyle halk oylamasının ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Halk oylamasından bağımsız olarak Anayasa'ya göre Türkiye Cumhuriyeti, devletin bölünmez bütünlüğü, milli egemenlik ve adalet anlayışı içinde kuvvetler ayrılığına ve insan haklarına dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasal kimliğimizi ifade eden bu nitelikleri haiz demokratik Cumhuriyeti, onun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği ve Anayasa'nın başlangıç kısmında ifadesini bulan muasır medeniyet düzeyinin ötesine taşımak hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır. Hiç kuşkusuz muasır medeniyetin en önemli göstergesi adaletin sağlanmasıdır. Mahkemelerin de varlık nedeni olan adalet, tüm erdemlerin kaynağıdır. Erdemin bütünüdür. "Nizamülmülk'e göre de adalet hakim olunca iyilik de hakim olur; adalet toplumun selameti, iyiliğin mihenk taşıdır."

Arslan, Türk milletinin adaletin hukuki ve siyasi uygulamaları bakımından zengin bir tarihi birikime sahip olduğunu kaydederek, "Tarihin şahit olduğu en güçlü ve görkemli devletlerden biri olan Osmanlı Devleti'nin hukuksal ve siyasal düzenine hakim olan ülke adalettir. Osmanlı devlet geleneğinde önemli yeri olan "Adalet Dairesi" adaletle başlayıp, adaletle tamamlanan bir anlayışı ifade eder. Adalet Dairesinin diğer unsurları olan ordu, mülk ve halkın itaati ancak adaletin tesisine bağlıdır. Kısaca cihanın düzen ve kurtuluşunu sağlayan adalettir. Sultan 2. Abdülhamid de 19 Mart 1877'de Meclis-i Mebusan'ı açış nutkunda "Devlet ve milletlerin kuvvet ve kudretinin artması ancak adalet vasıtasıyla olur" demek suretiyle adaletin devletlerin kaderindeki yerini ifade etmiştir" şeklinde konuştu.

"OLAĞANÜSTÜ YÖNETİMLERİN AMACI, ANAYASAL DÜZENİ KORUMAK VE SAVUNMAK OLMALIDIR"

"Adaletin önemi ve işlevi konusundaki bu sözler bugün de geçerlidir" diyen Arslan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Günümüzde adaletin en önemli tezahürü temel hak ve hürriyetlerin etkili bir şekilde korunmasıdır. Anaysa Mahkemesinin geçen ay verdiği bir kararda da vurgulandığı üzere "Demokrasilerde devlete düşen görev, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili şekilde kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır." Bu anlamda devletin alması gereken tedbirlerin en önemlisi, temel hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde kullanılabileceği güvenli bir ortamı sağlamaktır. Güvenliğin olmadığı bir ortamda bireylerin yaşama hakkından ifade özgürlüğüne kadar temel hak ve özgürlüklerini etkili şekilde kullanabilmeleri zorlaşacak ya da imkansız hale gelecektir. Bu nedenle güvenlik ve özgürlük birbirini tamamlayan değerlerdir. Özgürlük ve güvenlik arasındaki hassas ilişki, olağanüstü yönetim usullerinin yürürlükte olduğu dönemlerde özellikle önem kazanmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere olağanüstü yönetimlerin amacı, anayasal düzeni korumak ve savunmak olmalıdır. Diğer bir ifadeyle olağanüstü yönetimlerin amacı, olağanüstü hâle sebep olan tehlikenin bertaraf edilerek temel hak ve özgürlüklerin en iyi şekilde kullanılabildiği olağan döneme yeniden dönüşün sağlanmasıdır."

Arslan, olağanüstü dönemlerde Anayasa Mahkemelerine önemli görevler düştüğüne dikkat çekerek, "Bunlar arasında en önemlisi, temel hak ve özgürlükleri olağanüstü hale sebep olan durumun gerektirdiğinin ötesine geçen müdahalelere karşı korumaktır. Anayasa Mahkemeleri bu görevi yerine getirirken olağanüstü yönetimin anayasal çerçevesi içinde hareket etmek durumundadırlar. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi de norm denetimi ve bireysel başvuru alanında anayasal sınırlar içinde kalarak kararlarını vermektedir" dedi.

Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan, anayasal demokrasilerde yetki haritasını çizen kurucu iktidarın başka bir ifade ile anayasa koyucu olduğunu belirterek, "Yetki haritası ise anayasadır. Elbette çizilen sınırların hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla tesis etmede yetersiz olduğu söylenebilir. Ancak değişinceye kadar mevcut anayasal sınırlar hepimizi bağlamaktadır. Dolayısıyla bir anlamda bu sınırların koruyuculuğunu yapmakla görevli olan Anayasa Mahkemesinden anayasal sınırların dışına çıkması beklenemez" dedi.

"MAHKEMEMİZ OHAL KHK'LARINI DENETLEME YETKİSİNE SAHİP OLMADIĞINA KARAR VERMİŞTİR"

Anayasa koyucunun lafzı, anlamı ve amacı bakımından açık bir şekilde düzenlediği kuralları yorum yoluyla değiştirmenin esasen mahkeme eliyle anayasa değişikliği yapmak anlamına geleceğini kaydeden Arslan, "Bunun da yargısal aktivizm ve meşruiyet tartışmalarına yol açacağı her türlü izahtan varestedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin "hak eksenli" yaklaşımının anayasal sınırlar içinde kalarak ve yargısal aktivizme tevessül etmeden temel hak ve hürriyetleri koruması şeklinde anlaşılması gerekir. Bu çerçevede söz gelimi Anayasa Mahkemesinin görev yetkilerinin düzenlendiği Anayasa'nın 148. maddesinde Olağanüstü Hal'de çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağı açıkça belirtilmiştir. Mahkememiz de bu açık anayasal hüküm ve yukarıda ifade edilen ilkeler karşısında OHAL KHK'larını denetleme yetkisine sahip olmadığına karar vermiştir" diye konuştu.

"15 TEMMUZ DARBE TEŞEBBÜSÜNE RAĞMEN…"

Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruları sonuçlandırma oranındaki yükselişe dikkat çeken Arslan, "Anayasa koyucunun söz konusu kararnamelere ilişkin yargısal denetimi parlamento onayından sonra öngördüğü anlaşılmaktadır. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilerek kanunlaşan bazı OHAL KHK'ları hakkında Anayasa Mahkemesine iptal davaları açılmış, bu davalarda ilk inceleme aşamaları tamamlanarak incelemeye geçilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanım, malumları olduğu üzere Türk anayasa yargısındaki en önemli değişikliklerden biri 2010 Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruları inceleme görevinin verilmesidir. Mahkememiz bugüne kadar bu görevi özenle etkili bir şekilde yerine getirmiş, bu durum uluslararası alanda da teyit edilmiştir. Geçen yılki konuşmamda memnuniyetle ifade ettiğim gibi gelen başvuruları sonuçlandırma oranı her yıl artmıştır. 2013 yılında yüzde 50 olan bu oran 2014 yılında yüzde 53'e, 2015 yılında ise yüzde 77'e yükselmiştir. Gelen başvuruları sonuçlandırma oranı 2016 yılı Temmuz ayına kadar artarak devam etmiş ve yüzde 85'e yükselmiştir. Hedefimiz 2016 yılı sonunda bu oranı yüzde yüze çıkarmak iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü yaşanmıştır. Buna rağmen 2016 yılında karara bağladığımız bireysel başvuru sayısı, 2015 yılındakinden daha fazladır" ifadelerini kullandı.

"AVRUPA'DA SON DÖNEMDE ALINAN BAZI KARARLARIN İNSAN HAKLARIYLA BAĞDAŞTIRILMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR"

Konuşmasında özellikle Batı'da yükselen yabancı düşmanlığına değinen Arsalan, "Bilindiği gibi Avrupa'da birçok Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan yoğun insan hakları ihlallerine ve bu ihlallere sebep olan totaliter rejimlere tepki olarak kurulmuşlardır. Söz konusu mahkemelerin varlık nedeni, temel hak ve özgürlükleri korumaktır. Bu tarihsel gerçeklere rağmen ve geçtiğimiz yüzyılda yaşanan onca savaş, katliam ve sistematik hak ihlallerinden sonra geldiğimiz noktada aynı akıl ve vicdan tutulmasını yaşamak büyük bir trajedi olsa gerek. Daha da vahimi, toplumsal ve siyasal alanda zemin bulan yabancı düşmanlığının ve İslamofobi'nin izlerinin yargıya da sıçramasıdır. Bu kapsamda ulusal ve uluslararası yargı organlarının özellikle başörtüsüne ilişkin yasakçı kararları dikkat çekicidir. Bir yandan mültecilere kapılarını kapatan, onları içeri alınmaması gereken zararlı unsurlar olarak gören, diğer yandan da başörtüsünü kamusal ve toplumsal alandan dışlayan bu yaklaşımın Avrupa'nın temel değerlerinin başında gelen insan haklarıyla bağdaştırılması mümkün değildir" diye konuştu.

"AVRUPALININ VİCDANI HUZURLU DEĞİLDİR"

Avrupa'nın mülteci ve göçmen politikasını eleştiren Arslan, şunları kaydetti:

"Gitgide yaygınlaşan ve her geçen gün yeni örnekleriyle karşılaştığımız bu dışlayıcı yaklaşım, "sınırlarımızdan içeri giren yabancılara bir hayırseverlik gereği değil, sahip oldukları misafirperverlik hakkı gereği düşmanca muamele yapmama yükümlülüğümüz bulunmaktadır" diyen Immanuel Kant'ın kemiklerini sızlatacaktır. Aynı şekilde "öteki" olarak gördüklerine yönelik sorumlulukları yerine getirmeyen bu tavır, "Avrupa'ya özgü olan modernlik saatinde, Avrupalının vicdanı huzurlu değildir. Bu, süre giden binyılların da sonundaki vicdan rahatsızlığıdır" diyen Emmanuel Levinas'ın ruhunu muazzep kılacaktır. Bu önemli meselenin kaynağında hiç kuşkusuz "öteki" ile sağlıklı bir ilişkinin kurulamaması yatmaktadır. Bu nedenle yaşanan küresel vicdan rahatsızlığını gidermenin yolu, başkasını da insan olarak görmek ve insan haklarının aynı zamanda "ötekinin hakları" olduğunu kabul etmekten geçiyor. Bu da insanı "eşrefi mahlukat" olarak gören bir anlayışı benimsemeyi ve özümsemeyi gerektirmektedir."

"UMARIM İNSANLIK ALİYA İZZETBEGOVİÇ'İN EVRENSEL MESAJINA KULAK VERİR"

Aliya İzzetbegoviç'i hatırlatan ve onun eşrefi mahlukat anlayışını öven Arslan, "Aslında bu anlayışın öncülüğünü yapan bir düşünürü ve devlet adamını hepimiz tanıyoruz. Bu kişi merhum Aliya İzzetbegoviç'tir. Avrupa'nın merkezinde dünyanın gözleri önünde halkı katledilirken yakıcı ve yıkıcı bir savaşın tam ortasında Aliya şöyle sesleniyordu; "İnsan olmak ve insan kalmak, Allah'a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur." Aliya bütünüyle ahlaki olarak nitelediği "insan olmak ve insan kalmak" kavramını politik dile de çevirmiş, bu kavramın "hiç kimsenin dininden, ulusal kimliğinden ya da politik inancından dolayı zulme uğramayacağı ve bunun temel yasa olarak kabul edildiği hukuka uygun devlet'e tekabül ettiğini belirtmiştir. Kısacası "insan olmak ve insan kalmak" kavramı, siyasi dilde çoğulcu demokratik hukuk devleti olarak formüle edilmiştir. Bu kavramın "insan kalmak" boyutu en hassas durumlarda bile hukuktan, hukukun üstünlüğünden ayrılmamayı ifade etmektedir. Umarım akıl ve vicdan tutulması yaşayan, bu nedenle de yeni vicdan rahatsızlıklarına mahkum görünen insanlık Aliya İzzetbegoviç'in bu evrensel mesajına kulak verir" ifadelerini kullandı.

(İlker Turak - Pelin Üzek - Benan Özben - Selçuk Böke - Ömer Çetin - Nurullah Geylani / İHA)

Kaynak:IHA