Gül-Der Başkanı Erol'dan Türk Aile Yapısını Bozan Gelişmeler Hakkında Değerlendirmeler

Gül-Der Başkanı Erol'dan Türk Aile Yapısını Bozan Gelişmeler Hakkında Değerlendirmeler
Gül-Der Başkanı Öğr. Gör. Taner Erol, Türk aile yapısını bozan gelişmeler hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) üç yıl önce verdiği ihlal kararına uydu ve “Boşanmış anne çocuğuna kendi soyadını verebilir” dedi. Gül-Der Başkanı Öğr. Gör. Taner Erol, Yargıtay’ın vermiş olduğu bu karar üzerine Türk aile yapısını bozan bazı gelişmeler hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Alınan bu kararı birçok kişinin eşitlik ya da modernlik kavramıyla açıklayabileceğini ancak Batı’dan alınan her hukuki olayın bizim sosyolojimize uygun olmadığını belirten Erol, “Bizim kodlarımızda ataerkillik var, bu bir suç mu? Yahudilerin soyu anneden devam eder mentali niye hiç sorgulanmıyor da bizim sosyolojimiz devamlı itilip kalkılıyor merak ediyorum. Velayeti annede olan çocuk soyadı konusunda ne kadar sorun yaşadı ki bu karar alındı merak ediyorum. Ülkemde o kadar hukuk cinayeti varken bu mu göze battı? Tabii ki her sosyolojik gerçek günümüzde aynen tekrarlanmak zorunda da değil. Fakat ben bu hukuki kararı tesadüfe bağlamıyorum. Çarşamba günü ekranlarda olan “Sen Anlat Karadeniz” adlı dizide bu konu subliminal bir şekilde işlendi ve akabinde bu karar verildi. Bence birileri sistematik çalışıyor, bunu fark etmiyor değiliz.” dedi.

Erol, 28 Şubat döneminde hortlayan; erkekleri canavar gösterme ve erkeklerin güvenilir tarafını tartışmaya açma çabasının günümüzde tekrar işlenmeye çalışıldığına dikkat çekerek, “Bu kapsamda çocuk evliliklerini ve istismarını, ayrıca kadına şiddet veya kadınların çalışma ve eğitim hakkının elinden alınması gibi birçok günahı, erkek hastalığı olarak yaymaya ve ilan etmeye çalışan art niyetli insanlar olduğunu düşünüyorum. Maalesef yukarıda saydığım zulüm konuları yok değil, hatta günümüzde karşımıza çokça çıkmakta. Fakat atladığımız şey bunun bir insan problemi hatta insanın canavarlaştığı noktasıdır. Bu durum tek başına erkeklere atfedilen bir durum olmamalı. Erkeğin de, kadının da buna benzer suçları yapma durumu vardır ama hakkı yoktur. Biri diğerinden belki fazladır ama bunu cinsiyete indirgemek akla ziyan bir durumdur. Bu bir insanlık suçudur, bu bir ahlâk erozyonudur. İnsanlığın geldiği noktayı matematik hesabı gibi yorumlayamayız. Burada bir süreç vardır.” diye konuştu.

Kadınlara verilmesi gereken onca pozitif ayrımcılık konusu varken, çalışma hayatındaki zorluklar ayyuka çıkmışken ve kadının değerinin cinsel bir objeye dönüştürülme gayreti ortadayken alınan bu kararın erkeği yani babayı itibarsızlaştıracağını savunan Erol, “Devletin televizyonu TRT’ de bile bunu yapan bir zihniyet ne yazık ki var. ‘Canım Kardeşim’ adlı çizgi filmde avukat olan anne ve tam olarak işinin ne olduğu belli olmayan tamirci bir baba figürlerini takip ederseniz ne anlatmaya çalıştığımı anlayacaksınız. Burada aile içindeki rollerin özelikle anne ve babanın çocuklarla ilişkilerini sorgulamak gerekir. Bu yakıştırmalarla evdeki dağ, ailesine kanat olan, ailesi için canını bir nebze olsun düşünmeyen, ömrünü çalışmaya adayan, ailesine zeval gelmesin diye en zor işlerin veya tehlikelerin üzerine atlayabilen ‘Baba’ kavramı dejenere olmaz mı? Bizim babalarımız kahramanımız değil miydi?” şeklinde konuştu.

Erol, sapıklığın, cinayetin, istismarın ve tecavüzün, bir erdem, şeref, haysiyet ve İslam yoksunluğu olduğunu vurgulayarak, “Bunlar bir insan hastalığıdır. Cinsiyetle alakası yoktur. Unutmayın bir erkek bir kadını yine kadınla aldatır, bunu sadece bir cinsiyet problemi olarak değil, şahsiyet problemi olarak görmek gerekir.” dedi.

taner-erol-rteu-ogr.-gor..jpg

Türk toplumunun sosyolojisine yapılan bu müdahaleleri yerinde bulmadığını ifade eden Erol değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Tabii bu şu demek değil, bu toplumum geçmişindeki her tutumu birebir yerine getirelim. Bu da bir skandala dönüşebilir. Sosyolojimize saygı duymakla beraber, günümüze uymayan meselelerin törpülenmesi gerekir. İslam’ın hakemliğiyle belirlenen ve çözüme kavuşturulan duruma karşı bir düzeltme veya yenilik olabilmeli. Burada hakem tayin edeceksek bunlar önce İslam, sonra Türk örfü sonra da evrensel vicdan şeklinde olmalı. Yoksa bütün kültürler uzun vadede bir makinaya dönüşecektir.

Eğer olaylara niceliksel yaklaşırsak ve erkeklerin kadınlardan daha fazla bu suçları işlediği üzerine bir kompozisyon geliştirirsek, unutulmamalı ki bu ülkenin Mehmetleri ve Ayşeleri gerekirse bu vatan için hep beraber kanını dökmüştür ama Mehmetlerin kanı deryayken Ayşelerimizin kanı ancak yağmur damlası kadardır. İşte bu niceliksel yaklaşım hiç ahlâki ve doğru değildir. Erkeği ve kadını bu bağlamda ayıramayız. Bunun için olaylara Allah rızası için bakmalıyız. Mehmetleri Ayşeler doğurduğuna göre bu toplumun sevabı da günahı da bu toplumu oluşturan erkeklerin, kadınların, yaşlıların ve gençlerin olduğunu söylemeliyiz.”

Konuya giriş nedeni olan Yargıtay kararını somut verilerden örneklerle değerlendiren Erol, “ Yargıtay’ın karanına gelecek olursak, eğer hukuk bir babanın maddi yetersizliği yüzünden çocuğunun velayetini anneye vermesiyle, babanın sorumsuzluğu yüzünden velayeti anneye vermesinin sonuçlarını bir tutmaması gerekir. Bir babanın çocuğuna verdiği soyadı, maddi yetersizliği yüzünden veya toplumun vicdanını rahatsız etmeyen bir konu yüzünden çocuktan alınmaması gerekir.

Hukuk toplumun vicdanı ve değerleriyle örtüşmeli sadece transfer edilmemeli yoksa bunun faturasını bu toplum daha ağır ödeyecektir. Örneğin bir kadın kocasının kendisine şiddet uyguladığını veya hakaret ettiğini söylerse hastane raporlarında ispatı olmadan hakim takdiri ile ceza alabilir. Evden uzaklaştırma cezalarını da bu kapsamda iyi analiz edebilmeliyiz. Onun için İslam eşitlikten ziyade adalet üzerinde durmuştur. Kendisine taciz edildiğini söyleyen bir kadın hukuk tarafından ispat aranmadan korunmaya alınabilirken aynı iddiayı erkek yapsa aynı derecede karşılık bulmayabilir. Bu toplumun koruma refleksiyle de böyledir. Buradan da anlaşılacağı üzere her konuyu matematik hesabı gibi çözemeyiz. Bu konuları süzerken tarihi kodları, sosyolojik verileri ve inanç sistemini de merkeze alarak çözümler üretilmek gerekir.” dedi.

Gül-Der Başkanı Erol, Türk erkeğini itibarsızlaştırarak Türk örf ve adetlerini erozyona uğratmak isteyenlere karşı uyanık olunmazsa ülkemizin belki kısa vadede değil ama uzun vadede Hollanda’ya döneceği endişesini taşıdığını belirterek sözlerini şu şekilde tamamladı: “Herkesin bildiği üzere bugün Afrin’de sadece bu ülkenin değil, bütün masumların namusunu ve izzetini koruyan bu uğurda şehit olan Türk askeridir, yani Türk erkeğidir.

Son tahlilde analarımız, kadınlarımız bizim en değerli hazinemizdir. Onlar insanlığı inşa edendir. Yeryüzünün merhametidir. Rabbin emanetidir. Müslüman emanete sahip çıkar. Onu korur, ona değer verir, önemser. Kadınlarımız zamanın Ulubatlı Hasan’larıdır. İş hayatında yer alan kadınlarımız asla evdeki vazifesini erteleyemez evinde yavruları için yine ayakta kalır. Evinin baş aktörü olan kadınlarımız ise 24 saatini fedakârlık çizgisini aşarak evine ve ailesine vermekten asla kaçınmaz. Ve bizim kadınımız kapitalist sisteme rağmen ayakta kalabilmek için bir kıyam davası gütmektedir.

Bunların ışığında, çalışan annelerin çalışma saatlerinin kısaltılması ve doğum izinlerinin uzatılması noktasında gerekli düzenlemelerin bir an evvel devlet yetkililerince yeniden geniş bir çerçevede ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Müslüman Türk erkeği nezaketi, naifliği ve yaratandan ötürü yaratılanı sevme düsturunu eşinden esirgememelidir. Eğer bu tutumdan yoksun bir erkek üzerinden babalık şerefini ayaklar altına alıyorsak bu ecdada hakarettir. Biz erkeklikle değil adamlıkla bezeli bir toplumuz.

Medyanın sistemli operasyonu masum değil lütfen bu kurguyu çözelim. Bu şer odakları ve batı zihniyeti bize hayırlı rüya görmez.

Tecavüz, istismar ve şiddet sadece bir kadın mağduriyeti değil, insanlık suçudur. İnsanlığın çöküşüdür. Bu bağlamda Türk hukuku yeni düzenlemelere gidiyor ve tecavüz, istismar ve şiddet konularındaki cezaları artırıyor. Bu düzenlemeyi ise insanlığın faydasına görüyoruz ve destekliyoruz.”