Ne olacak bu üçlünün hali?

Ne olacak bu üçlünün hali?
Ortadoğu'da dengeler değişiyor. Ödüllü yazar Stephen Kinzer bu değişim sürecinde İran, Türkiye ve ABD'nin Ortadoğu'da varlıklarını nasıl sürdüreceğine dair tartışma yaratacak açıklamalarda bulundu.

İran, Türkiye ve Amerika’nın Geleceği...

Değişen Ortadoğu’da Amerika’nın rolüne dönelim. İsrail, geçen ay Gazze’ye insani yardım taşıyan gemiye yaptığı kanlı saldırı için iç soruşturma başlattı. Saldırı sonucu 8’i Türk 1’i ise Türk-Amerikan vatandaşı olan toplamda 9 kişi yaşamını kaybetmişti. Bu arada, Türkiye ve Brezilya, İran ile nükleer yakıt antlaşması imzalayıp, BM Güvenlik Konseyi’nin Iran’a yönelik yaptırımılarına karşı da ret oyu kullanmışlardı. Ödüllü gazeteci ve çok satan yazar Stephen Kinzer da yeni kitabında Ortadoğu’daki değişen bu durumdan dem vurup, bölgede ABD’nin dış politikasındaki yeni vizyonunu çiziyor.

Amy Goodman: Evet Stephen Kenzer, konuya geçecek olursak, Reset adlı kitabınızda ABD, İran ve Türkiye olarak yeni üçlü gücün bir stratejik ittifak oluşturabileceği tezini ileri sürüyorsunuz. Sizi bu şekilde inanmaya sevk eden bu ülkelerin tarihsel geçmişini ve de ABD’nin bunlarla nasıl yakınlık kurabileceğini açıklayabilirmisiniz.

Stephen Kinzer: Her şeyden önce, Ortadoğu'ya dönük politikamızın hala geride kalmış bir dönem çerçevesine takılıp kaldığını belirtmem gerekir. Soğuk savaş boyunca sürdürdüğümüz politikalarımız mantıklı veya mantıksızdı, bunu bilemeyiz. Fakat soğuk savaşın üzerinden 20 yıldan fazla geçti. Ortadoğu’daki stratejik ortam müthiş bir derecede değişti. Bölgede Amerika ve Batı'nın çıkarlarına karşı yeni teditler ve aynı zamanda da yeni fırsatlar ortaya çıktı. Buna rağmen, bizim politikamız hala eski döneme takılıp kalmış durumda. Halihazırda var olmayan sorunları çözmeye çalışıyoruz. Anlayacağınız geçmişte yaşıyoruz.

Gözlerimizi 21.yüzyıla dikip, politikalarımızı Ortadoğu'ya nasıl uyumlu hale getireceğimizi, ve bunu yaparken de ürettiği sonuçlar bakımından uzun vadede bize ve Ortadoğu'daki ABD'ye fayda sağlayacak, diğer bir ifadeyle istikrarın tesisini sağlayacak yolları tespit etmemiz gerekir. Bugüne kadar takip ettiğimiz politikalar bunu yapmakta açıkça başarısız oldu. ABD'nin Ortadoğu’da hakim kuvvet olduğu dönem boyunca, şiddet, nefret, terör ve savaş üreten bir bölge bulduk karşımızda. Esasında durumumuz Einstein’ın tanımladığı manada delilikten başka bir şey değil: aynı şeyleri ard arda yapıp farklı sonuçlar beklemek. İşte bizim de Ortadoğu’da yaptığımız şey bu. Bu noktadan hareketle biz daha büyük düşünmek zorundayız. Dar bir çerçevede düşünmeyi bir kenara bırakıp, Ortadoğu’nun geleceğinin ne olacağı konusunda daha yaratıcı, orjinal fikirler üretmeye çalışmalıyız. Düşüncelerimin ikinci hareket noktası ise, gelecek hafta ya da ayda ne olacağını düşünmeyi bırakıp, önümüzdeki yirmi otuz yılda ne yapacağımızı düşünmeye başlamamız gerektiği. Amerikan dış politikası bu konuda kötü bir izlenim bıraktı. Yani, ben bu noktada ABD için olumlu bir şeyler katmak istiyorum.

Benim gördüğüm, bu bölgede gelecekte ABD müttefik arayışında olacak. Bölgenin hassasiyetlerini anlayamadığımız ortaya çıktı, oysa bizler Ortadoğu'yu anladığımızı, bölgedekiler de dahil olmak üzere diğer ülkelerin Ortadoğu'yu anlamadığını, bu sebeple de, bizim politikalarımızın akıllıca olduğunu, bölge hakkında farklı algılamaları olan bölgedeki aptal ülkelerin ise cahil olmakla beraber bölge sorunlarını çözmekten uzak olduklarını düşünüyorduk.

Peki kim bizim müttefikimiz olabilir? Bana göre, müttefik ararken iki kritere uyan ülkelerin peşinde koşmamız gerekir. Birincisi, o ülkelerin uzun dönem stratejik hedeflerinin bizimkilerle uyumlu olması. Fakat bu yeterli değil. Başka birşeye daha ihtiyacınız var. Çünkü sadece yönetici elitler ve hükümetler arasındaki ilişkiler üzerine kurulan ittifaklar genelde zafiyet gösterir, zira ortaklık kurduğumuz rejimler genelde yönettikleri ülkelerde pek popüler olmuyorlar. Dolayısıyla, kendilerini idare eden rejimlerinden hoşlanmayan insanlar, ABD'nin bu rejimlerle yakın olduğunu gördüğünde, bizi de sevmemeye başlıyorlar. Haliyle, müttefiklerinizle ilişkilerinizin ikinci bir temele daha dayanması gerekiyor ki o da müttefikiniz olan ülkelerdeki toplumların sizin toplumunuzla benzer niteliklere sahip olması. Eğer Müslüman Ortadoğu’ya bakarsanız, bizim hedeflerimize benzer uzun dönem stratejik hedefler taşıyan ve toplumları bizim toplumumuzla benzer değerleri paylaşan iki ülkenin olduğunu görürsünüz: Türkiye ve İran.

Şayet zihinlerimizi açar, yaratıcı bir çerçeveden bakacak olursak, her ne kadar bazı kişilerin düşündüğü kadar olmasa da, bu üç ülke arasında ortaklık kurmanın şu an itibariyle yine de zor olduğunu görebiliriz. Ancak uzun vadede bu ortaklığın tesis edilmesini daha da zorlaştıracak herhangi bir şey yapmamamız gerekir. Türkiye, dış ilişkiler konusunda ilginç yeni yaklaşımlar ortaya koyuyor. Temelde ABD’ye şu mesajı veriyor: ‘‘Sizin değerlerinizi paylaşıyoruz. Bu bölgede sizinle aynı hedefleri paylaşıyoruz. Biz, sizin askeri müttefikiniziz. Sizin desteklediğiniz prensipleri biz de destekliyoruz. Fakat taktik düzeyde size bazı tavsiyelerimiz var. Bu bölgede, çatışmacı olamazsınız. Bu tutumunuzu bir tarafa bırakıp, bölgede problemleri çözmek için diplomasiyi, uzlaşmayı ve müzakereyi kullanmalısınız.’’ Amerika, henüz bu tarz tavsiyeler için hazır değil. Nitekim son birkaç haftadır Amerika ve Türkiye arasındaki sürtüşmenin arkasında da bu yatmıyor mu zaten?

Amy Goodman: ABD ve onun İsrail ve Suudi Arabistan’la olan ilişkilerinden bahsediyorsunuz şimdi de Türkiye ve İran ile ittifak kurulmasından söz ettin. Peki İsrailli komandolar tarafından yardım filosuna yapılan saldırı Türkiye ve İsrail için ne anlam ifade ediyor?

Stephen Kinzer: Türk toplumunun islamlaşma süreci geçirdiği konusunda pek çok tartışma oldu fakat bence bu abartılıyor. Gördüğünüz şey tam anlamıyla demkrasinin yer etmiş olması, zira Türkler nasıl bir çehreye bürünmek istedikleri konusunda serbestler. Aynı zamanda, bu görüşe paralel olarak, özellikle son haftalardır, Türkiye’nin daha İslamcı ve Ortadoğu’ya dönük bir dış politika izlediği, "dost görünmünde düşman" haline dönüştüğü, erdemli bir ittifakı bırakarak İran ve çılgın İslamcıların safına geçtiği söyleniyor. Oysa bu da abartıdan başka bir şey değil.

Haftalardır Türkiye ve İsrail arasında gördüğümüz şey Türkiye'de İslami inanç yükselişinin veya İsrail karşıtlığının bir sonucu değil. Aslında, Türkiye ve İsrail on yıllardır iyi ilişkilere sahipti. Türkiye, 1940'ların sonlarında kurulduğunda İsrail’i tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. İki ülke arasındaki ekonomik, politik ve hatta askeri ilişkiler bulunuyordu. Diğer bir ifadeyle, derin bir geçmişe sahipler. Hatta, Türkiye devleti kurulmadan önce, Osmanlı İmparatorluğu ve Yahudiler arasındaki ilişkiler de en üst düzeydeydi. Polonya’dan Rusya’ya ve İspanya’dan Almanya’ya kadar senelerdir Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu’na göçtüler. Yani, gerçekten uzun ve derin bir tarih söz konusu.

Peki bu anlaşmazlık nereden çıktı? Bana kalırsa bu Gazze’de yaşananların bir sonucu. Amerika’daki bizler için, Türkiye’de veya Ortadoğu’nun herhangi bir bölgesinde yaşamanın ne anlama geldiğini görmek oldukça zor. Hergün Gazze’de neler oluyor bunu televizyonunuzdan izleyebiliyorsunuz. Herkes Gazze’ye odaklandı. Gazze bir yıldır gündemden düşmedi. Ne zaman Gazze'de bir şey yaşansa, tekrar ve tekrar gösteriliyor. Hatırlayın, İsrail’in Gazze işgali sırasında Türkiye, İsrail ve Suriye arasında gizli bir anlaşma yapılması için arabulucu rolündeydi. Türkler bir sabah uyandılar ve tüm çabalarının boşa gittiğini, Gazze’nin İsrail tarafından işgal edildiğini gördüler. Türkler haliyle çok öfkeliydiler. Kendilerini aldatılmış hissettiler. Geçen yıl, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e yaptığı Davos çıkışı genel bir hamasî tavrın sonucu değildi.O, Gazze içindi. Bu filo da İsrail’e saldırmaya gitmiyordu. Türkiye’nin söylediği şey Gazze işgalinin tahammül edilemez olduğuydu. Yani, bence biz Gazze’de 18 aydır olanlar ile daha geniş Türkiye-İsrail problemini birbirinden ayırmalıyız.

Ben İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerin hepten bittiği kanaatinde değilim. İki tarafın da kızgınlığı bir tarafa bırakıp uzlamacı politika izlemelerini isterdim. Bunun da mümkün olduğunu düşünüyorum çünkü Türkler'in istediği İsrail'in sonunun gelmesi veya İsrail'de büyük bir değişim yaşanması değil, sadece Gazze hususunda değişim bekliyorlar. Eğer bu olursa, ilişkiler de düzeltilebilir.

Amy Goodman: Peki İsrail’in gemiye saldırıp 9 Türk'ü öldürmesi ne anlama geliyor? Türkiye ile ilişkileri çerçevesinde bu saldırının yanına kar kalacağını düşündürten nedir İsrail'e?

Stephen Kinzer: İsrail’in müttefikleri bile örneğin ABD, İsrail’in uzun vadede güvenliğini koruyabilecek şekilde mi davrandığı yoksa güvenliğini tehdit edebilecek şekilde mi davrandığı konusunda sorular sormaya başladılar. Her daim askeri yollara başvurarak İsrail Ortadoğu’daki pozisyonunu koruyamayacaktır. Bence, İsrail’in Akdeniz’de yaptığı bu saldırı onun dünyanın bu bölgesinde nasıl bir yönetim izlemek istediğinin göstergesi. İsrail karşısında hiçbir güç istemiyor. Fakat bana göre, bu operasyon saldırıyı planlayanların bile hayal gücünün ötesinde bir başarısızlık doğurdu. İsrail Hamas’a ve Gazze'deki diğer sözde düşmanlarına büyük bir hediye vermiş oldu. Uzun vadede İsrail’i koruyacak olan istikrarlı bir çevre. Bu yüzden, İsrail'in uzun vadeli güvenliğini garantilemek isteyen ABD gibi bölge dışı ülkelerin İsrail'i bölgedeki tansiyonu düşürecek politikalar izlemesi konusunda teşvik etmesi ve kendilerinin de bu politikaları izlemesi gerekiyor.

Size garip gelecek belki ama, İsrail ve İran şu an biraz da olsa benzer bir konumdalar. Ortadoğu’daki ve dünyadaki bir çok devletin sevmediği iki ülke bunlar. Dünyada, muazzam derecede İsrail ve İran karşıtlığı mevcut. Büyük güçler ve küçük ülkelerin çoğu bu iki ülkeyi cezalandırmak niyetinde. Öyle ki bizde de aşırı öfke mevcut bunlara karşı. Bunlara yaptırım uygulamak ve köşeye sıkıştırmak için o kadar çok gerekçe var ki.

Tabii ülkeleri tecrit etmenin iyi bir fikir olmadığını da belirtmek gerekir. İran ve İsrail'den bahsediyoruz. Bunları cezalandrmak, yaptırım uygulamak bunları daha yalnız ve dostsuz bir duruma düşürecektir. Bunun yerine, İran ve İsrail arasında kurulabilecek bir denge politikasıyla bunlar izolasyon ve paranoyadan kurtarılabilir. Amerikan politikasının hedefi de bu olmalı zaten, sırf İran’ı sopalamak için geçmişin retoriklerini ve politikalarını kullanmak ve sonra da İsrail’in yaptıklarının kabul edilebilir olduğunu, her ne kadar zaman zaman sınırı aşsalar da en nihayetinde İsrail'in dostu olduğunu ilan etmek olmamalı. Uzun vadede çıkarları örtüşen bu iki ülkeyi kısa vadede bir araya getirebilecek bir formül bulmamız gerekiyor.

Amy Goodman: Ara vermeden önce size şunu sormak istiyorum; Kürtler ve Ermenilerin baskı altına alınması bahsettiğiniz demokratik geleneğin neresine oturuyor Türkiye'de?

Stephen Kinzer: Türkiye, dünyanın her yerinde, ABD de dahil olmak üzere herkese siyasî çatışmaların kaba kuvvet kullanılarak çözülemeyeceği mesajını veriyor. Çözümün uzlaştırma, müzakere ve ara buluculukla olabileceğini söylüyor. Haliyle, dünyada neden "kendi tavsiyelerinize siz uymuyorsunuz?" diyen çok sayıda insan var. Kürt sorununu çözmeye çalışırken neden Kürt devrimci hareketine karşı yürütülen askeri mücadelenin bittiğini ilan etmiyor ve kürt sorununu çözmek için başkalarına tavsiye ettiğiniz uzlaştırıcı politikalara başvurmuyorsunuz? Hiç şüphe yok ki, Türkiye’nin bölgedeki baş arabulucu rolü üzerindeki son büyük engel de bu. Türkiye’nin tavsiyelerini hem Kürtler hem de İsrail konusunda uygulamaya koyması gerekiyor. Akdeniz’de birkaç hafta önce yaşanan o kötü çatışma sonrasında Türkiye'nin "dünya durumu anladı; her şey çok açık" demesini bekliyordum. Şimdi Türkiye İsrail’le bir arada yaşamak için dostça ilişkileri kurmanın yanında Gazze’lilerin yararına da bazı şeyler de üretmelidir.

Kaynak: Ekopolitik
Çeviren: Hakan Aydın