Ergenekon iddianamesindeki sürpriz

Ergenekon iddianamesindeki sürpriz

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ikinci Ergenekon iddianamesinin tamamlandığını duyurdu. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 15 gün içinde iddianamenin kabul veya reddine ilişkin kararını açıklayacak.

14 Temmuz’da açıklanan iddianamede 48’i tutuklu, 38’i tutuksuz olmak üzere 86 isme yer verilmiş, 36 kişi hakkında ise kovuşturmaya gerek olmadığı belirtilmişti. Dün açıklanan ikinci iddianamede ise 21’i tutuklu, 35’i tutuksuz olmak üzere toplam 56 şüphelinin bulunduğu ifade edildi.

Böylece, bir kısmı tutuklu, kalanı tutuksuz olmak üzere haklarında iddianame oluşturulan sanık (şüpheli) sayısı 142’ye ulaştı.

Ancak, henüz Ergenekon soruşturması tamamlanmış değildir. Ufukta üçüncü iddianame var. Eğer bugünden itibaren yeni bir operasyon olmaz ve farklı isimler gözaltına alınmazsa, üçüncü iddianamede 48’i tutuklu, 29’u tutuksuz olmak üzere 77 şüpheli yer alacak.

Bu durumda Ergenekon’daki sanık (şüpheli) sayısı 219’a çıkacak. Tabi dediğim gibi, yeni operasyonlar olmazsa...

İstanbul Başsavcılığının açıklamasına bakarsak, dün mahkemeye intikal ettirilen ikinci iddianamedeki 56 şüpheliden 12’si ‘örgüt yöneticisi’ olmakla suçlanıyor. Satır araları iyi okunduğunda, iki şüpheli için ‘üst düzey yönetici’ ifadesinin kullanıldığı görülüyor.

Bu iki isim emekli orgeneraller Şener Eruygur ile Hurşit Tolon... Başka bir ifadeyle, şu ana kadar Ergenekon sürecinde haklarında iddianame oluşturulan toplam 142 sanık (şüpheli) arasında 1 ve 2 numaralı konumda bu isimler yer alıyor.

Dikkat çekici olan başka bir unsur, ilk ve ikinci iddianame arasındaki ‘suç’ kapsamının farklılığıdır. İkinci iddianameyle, sanıklara isnat edilen suç kapsamı genişletilmiştir. Daha önce ‘Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görev yapmasını engellemeye teşebbüs’le suçlanan sanıklar, şimdi buna ilave olarak TBMM’yi ortadan kaldırmakla suçlanıyorlar.

Yani, hem hükümete hem meclise darbe yapmakla suçlanıyorlar. Sanıyorum, en önemli gelişme budur.


Çevik Bir ceza vermemi istiyor

28 Şubat sürecinin foyası ortaya çıkmaya, boyaları dökülmeye başladı. Her belgeye, sürekli yenisi ekleniyor.

Anlatmaya başlayalım.

Kayseri Gündem Gazetesi, 1998 yılı 2 Mayıs, 5 Mayıs ve 6 Mayıs tarihlerinde yükseköğretimdeki başörtü sorunuyla ilgili okuyucu mektuplarına yer veriyor. Genel yayın yönetmeni sıfatıyla meslektaşımız Mehmet Uğurlu da bu mektuplar üzerinden analitik yazılar kaleme alıyor.

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir, 8 Haziran 1998 günü Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı Rana Yılmaz’a ‘gizli’ damgalı bir yazı gönderiyor.

Gazetedeki ‘Başörtüsü mağdurları köşesi’ içinde yer alan ifadelerle ilgili bazı örnekler veren Çevik Bir, şöyle diyor: ‘Bu tür ve benzeri diğer ifadelerle kanuna itaatsizliğe, din ve mezhep farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik edildiği, cumhuriyetin tahkir ve tezyif edildiği anlaşılmaktadır.’

Bu değerlendirmenin ardından sorumlular hakkında dava açılması talebi dile getiriliyor: ‘Bu nedenle belirtilen yayınlardaki yazı sorumluları hakkında ilgi kanun hükümleri uyarınca yasal işlem yapılmasını ve sonucundan Genelkurmay Başkanlığının bilgi verilmesini rica ederim.’

Çevik Paşa, savcılar zorluk çekmesinler (!) diye TCK’nın (eski) 159 ve 312. maddelerinin işletilmesini isteyerek hangi yasa hükümlerine göre dava açılması gerektiği konusunda da yol gösteriyor!

Yazıda, bu yetkinin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı adına kullanıldığı ibaresine ise özellikle yer veriliyor.

Maalesef bu yazı ‘talimat’ olarak algılanıyor. Başsavcı Yılmaz, bu talimatı 15 Haziran günü Savcı Cemal Ömür’e havale ediyor. Diyor ki: Hazırlık soruşturmasını yürüt, yapılan işlemleri ve sonucu başsavcılığa bildir.

Sistem işlemeye başlıyor.


Savcı Cemal Ömür sözkonusu maddelerden davayı açıp sonucu Başsavcı Rana Yılmaz’a bildiriyor, Başsavcı da Genelkurmay 2. Başkanı’na müjdeli (!) haberi veriyor.

Fakat, davayı açsa da savcının içi rahat değil. Çevik Bir’in talebi üzerine dava açtığı Gazeteci Mehmet Uğurlu’yu çağırıp Çevik Bir imzalı belgeyi veriyor. Uğurlu’ya göre; Savcı, o belgeyi kendilerine verirken şöyle diyor: ‘Aslında bu belgeyi size vermemem gerekir fakat resmen ortada yargıya müdahale var. Elinizde bulunsun.’

Sanki af diler gibi...


Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymuyor. Çevik Bir emekli olunca kendi deyimiyle Gazeteci Mehmet Uğurlu’nun şansı dönüyor. Davalardan beraat ediyor.

Bir gün davayı açan savcı ile mahkeme koridorlarında sürünen gazeteci karşılaşıyor. Aralarındaki şu diyalog 28 Şubat filminin fragmanı gibi...

Gazeteci: Sayın savcım neden her yazdığım yazıya dava açıyorsunuz, ben suç işlemiyorum ki...

Savcı: Üzerimde baskı var. Mehmet Bey ben kendimi kurtarmak durumundayım. Benimle ilgili dinci yakıştırması yapanlar var. Kayseri’de size dava açmalıyım ki bana dinci demesinler...

Gazeteci: Size kim baskı uyguluyor?

Savcı: Çevik Bir bana baskı kuruyor. Sizi cezalandırmam ve kendisine bilgi vermemi istiyor. Bu resmen yargıya müdahaledir. Ama yapacak bir şey yok.

Aradan 11 yıl geçti. Dün meslektaşımla yeniden görüştüm. Dedi ki: ‘Allah o günleri bir daha göstermesin. Mahkeme kapılarında bizi süründürdüler.’

Çok sevdiğim, kadim dostum, yazılarını kaçırmadığım Yılmaz Özdil’in şu ifadesiyle yandaş medyaya çağrıda bulunarak bu sayfayı kapatmak istiyorum: Haydi şerefsiz basın, bunu da yaz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi