Burhan OKUTAN

Burhan OKUTAN

KADERİN ÜSTÜNDE BİR KADER VARDIR!

KADERİN ÜSTÜNDE BİR KADER VARDIR!

Şu “yaygaracılar” yok mu, her fırsatta ülkeyi “tehlikenin” eşiğine getiren, “karanlık” tablolarla insanın içini karartanlar…

Ne yapalım, “demokrasi” denen şey, tahammül ister…

Tamam, tahammül göstereceğiz de bazı hakikatleri de söylemekten geri durmayacağız. İşimiz doğru olduktan sonra “kınayanın kınamasından”  da çekinmeyeceğiz…

Onlar diyeceklerdir; “yargı siyasallaştı, yargıya olan güven kalmadı” diye…

İnsan sormadan edemiyor; bu dönemde “27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 28 Şubat’ın ve 27 Nisan’ın” yargılanabileceği gerçeği mi size rahatsızlık veriyor?

“Darbeye teşebbüs iddiasıyla” içeri alınanlar hakkında “tutuklama süresinin uzaması” gibi teknik konularda hakkaniyetle bağdaşmayan uygulamalar olduğunu söyleseler amenna, kabul. Ama mesele “üzüm yemek değil de bağcıyı dövmekse”, hiç kusura bakılmasın Türkiye artık eski Türkiye değildir. Bütün aksaklıklarına rağmen “ileri demokrasi” yolunda “eskiye kıyaslanmayacak kadar şeffaf” bir dönemden geçiyoruz

Sormak lazım; 12 Eylül darbe döneminde hukuk insanlarımız askere selam dururken, yargı, siyasallaşmanın neresindeydi?

Şimdi yargı  “hükümete selam duruyor” iddiasında olanlar(-ki böyle bir şeyin olduğuna asla iddia etmiyorum), askere selam durmaktan bin kat daha iyi olduğunu hatırlatırız. En azından seçilmiş insanlara selam duruyordur!

Yine yakın tarihte; 28 Şubat süreci yaşanırken, yargı mensupları askerden “brifing” alırken, demokrasiyi yaralama cürümüne ortak olurlarken yargı siyasallaşmıyordu da şimdi mi siyasallaşıyor?

El insaf…

Emin olun “yedikleri nanelerden” ne dediklerini analiz edemiyorlar. Şimdi düşünüyorum da hangi birini yazalım. Birazda özele inersek; malum “Danıştay saldırısı” bu günlerde gerçeklerle yüzleştiriliyor, bu konuya değinelim.

O günleri hatırlarsak; dönemin Danıştay Başkan Vekili Tansel Çölaşan’ın tetikçi Alparslan Aslan için “Allah'ın askeriyim, Allahüekber” diyerek ateş ettiğini ileri sürmüştü. Bu iddia bizzat saldırıya uğrayan ve odada bulunan üyeler tarafından yalanlanmış olması, “bu insan(lar) böyle bir mizansene” istifhamını akla getirmektedir.

O günün savcı ve yargıcı,  cinayete kurban giden Danıştay İkinci Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin cinayetine ilişkin kararı neden alelacele hükme bağlamıştı! Doğrusu bununda araştırılacağını umuyoruz...

Cinayetin ve Çölaşan’ın bu açıklamaların hemen ardından cereyan eden hadiseleri hatırlayalım. Cenaze törenine katılan devletin bakanı Cemil Çiçek, merdivenlerde koşar adımlarla kovalandı...

Yine aynı gün İstanbul’da “laikçi avukatlar” bir tetikçinin namlusundan “laikliği kurtarmak” için sokaklara dökülüvermişti…

Şimdi dönüp arkama baktığımda 2006 yılından bu yana 5 yılı aşkın bir süre geçti.  O günleri hatırladığımda utancımdan vücudumu kasıyor, eğilip büzülüyorum. Devletin bakanını merdivenlerden koşar adımlarla kaçırtacak kadar  “devleti zaafa düşürmek”, nasıl bir ruh halidir öyle…

O gün “bizim hesaplarımız, ülkenin kaderini çizecek” diyenler, bu gün hesapları altüst olmuştur. Çölaşan’ın beyanatları “fos” çıkmıştır. Apar topar verilen yargı kararı, bu gün yeniden ele alınmaktadır…

Şimdi devlet, OYAK’ın güvenlik elemanlarının “kameralar bozuk” filmini geri sardı ve ilgili kişileri tutuklattı…

O gün töhmet altında kalan “muhafazakârlar”, derin bir tevekkülle olayları ve yaftaları göğüslediler. Bu gün çok şükür “muhafazakâr kesim”,  aklanmaya başlandı. Meselenin “dindarlar” veya  “elden giden laiklik” olmadığı anlaşıldı. 

Olaylar ve gelişmeler bize şunu gösteriyor ki; dünyayı tek başına evirip çevirme yetkisi iktidar sahiplerinde değildir. Onlar, sadece hadiselerin daha iyi anlaşılması için birer “aktör”dür. Mesela; “bin yıl sürecek” denilen “28 Şubat”, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma açmasıyla resmen ortadan kalkması, bizlerin gayretiyle olan bir gelişme değildir. Ben bu konularda biraz fazla “kaderci”yim. Evet, insanoğlu ancak “gayretinin karşılığını” alır. Ancak biz, sadece esbaba tevessül ederiz, yani sebeplere başvururuz. 

“Kaderin üstünde de bir kader vardır” gerçeği ile hayatı yorumlayanlar, bu gerçeği daha net anlayabilir. Anlamaktan yoksun olanlar ise,  zaten olayları anlaya bilselerdi, dün yaptıkları haksızlıktan ötürü bu gün af dilerler, en azından bu minvalde hata yaptıklarını söylerlerdi. Ama gaye farklı olunca tarih de onları affetmiyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Burhan OKUTAN Arşivi