İbrahim KARAGÜL

İbrahim KARAGÜL

Türkiye’ye boyun eğdirmek zordur..

Türkiye’ye boyun eğdirmek zordur..

Türkiye’nin Batılı kurumlarla ilişkileri ne zaman bağımlılık ilişkisinden kurtarılıp, adil, iki taraflı eşit ilişkilere dönüştürülürse o zaman bir bağımsız ülkeden söz edilebilir. Bugüne kadar savunma, ekonomi, ya da siyasi alanda Batılı platformların hepsinde tek yönlü bir dayatma, zorlama, yönlendirme, rol tayin etme söz konusuydu.

Mesela NATO üyeliğimiz, Atlantik ülkeleriyle ortak güvenlik dayanışmasından çok Türkiye’nin bir garnizon ülke gibi kullanılması şeklinde dayatmacı bir yapı oldu. Daha da ötesi NATO bizim için; ortak savunmanın çok ötesine geçip Türkiye’nin rejim kimliğini koruyan, bu korumaya ayarlı örtülü operasyonlara ayarlı bir bağımlılık ilişkisi oldu.

Uzunca bir süredir bu bağımlılık ilişkilerini dengelemeye dönük yerli bir irade ve mücadele söz konusu. Güvenlik kaygıları olarak pazarlanan argümanların büyük çoğunluğunun bizim bölgemize yönelik hegemonyacı, kontrol edici, denetleyici, iç politikayı dizayn edici projelerin bir parçası olduğunu yeni yeni öğreniyoruz. İktidar elitleri, iktidar merkezleri üzerinden yürütülen bu projeleri öğrenme biçimimiz yeni yeni Türkiye toplumu tarafından kanıksanıyor.

Köprü değil, kendini     yeniden kuran ülke

Dünyanın ekseninin yer değiştirdiği, güç merkezlerinin sayısının çoğaldığı, tek merkezli dünya arayışının bir hayale dönüştüğü, yeni siyasi ve ekonomik başkentlerin ortaya çıktığı, sermaye ve teknoloji farkının hızla kapandığı, çevreden gelen ekonomik sıçramanın merkez ülkeleri zorladığı bir dönemde yaşıyoruz.

Tam da bu tarih aralığında Türkiye gibi, iddiası olan, tarihi referansları ve olağanüstü siyasi birikimi olan bir ülkenin kendini yeniden kurması, yerli bir duruş sergileyebilmesi, kendini farkedebilmesi, küresel eğilimleri okumayı başararak geleceğin Türkiye’sini inşa etmesi ancak ve ancak bir bağımlılık ilişkilerini dengelemekten geçiyor.

Yüz yıllık vesayete reddiyeler okuduğumuz bir dönemde, siyasi vesayetin, cephe ülkesi olmanın, garnizon ülke olmanın, köprü olmanın ötesine geçebilmemiz için bu bağımlılık ilişkilerini ince ince sorgulayıp, alternatifleri keşfedip, dengeli bir pozisyon üretmemiz zorunlu hale geldi. Bu haliyle NATO da, Avrupa Birliği de, diğer ekonomik ve siyasi platformlar da yeniden masaya yatırılmalı.

Kırk yıldır terörle mücadele eden bir ülke, NATO’nun güneydoğu sınırları tehdit altında olmasına rağmen İttifak’tan destek alamamışsa, buna karşı terör saldırılarına uğrayan ABD bütün NATO’yu arkasına alabiliyorsa burada bir sorun var demektir. Birleşmiş Milletler’in kuruluş yapısını, beş daimi üyeye dayanan adaletsiz yapısını sorgulayan bir ülke olduğumuz unutulmasın. Sistemi zorlayan bir ülkeye rol tayin etmenin artık mümkün olmadığını bütün dünya kabul etmeli.

Silah şirketleri manşet attırıyor

Uzunca bir süredir bu konuya katalizör olabilecek bir konu tartışıyoruz. Türkiye’nin uzun menzilli füze sistemi ihalesi bu anlamda şiddetli bir çatışmaya sahne oldu. Savunma gücünün millileştirilmesi kapsamında teknoloji transferini ve bağımsız olmayı esas alan ihaleye en iyi teklifi Çinliler verdi. Doğal olarak Türkiye’nin yeni savunma doktrinine en uygun tekli olduğu için Türkiye Çin teklifine yöneldi.

İşte kıyamet o zaman koptu. Silah şirketlerinden ABD’ye ve diğer NATO üyelerine kadar Türkiye’ye karşı müthiş bir saldırı başlatıldı. “Sen İttifak üyesi iken nasıl Çin’den füze alırsın” diye Ankara’yı hem ağır baskıya maruz bıraktılar hem tehdit ettiler. Türkiye’de müthiş bir medya kampanyası başlatıldı. Gazeteler, televizyonlar tehdit haberleriyle doldu. İş neredeyse silah ambargosu uygulama noktasına geldi.

Hatta unutmuyoruz Bugün gazetesine “NATO rahatsız” diye manşet bile attırdılar. Silah şirketleri bir ihale için Türkiye’de bir ulusal gazeteye manşet olacak haber servis ediyordu. Aynı medya operasyonu ABD ve Avrupa‘da da devam ediyordu.

Türkiye’yi boğmak istediler

Asıl mesele Çin değildi. Mesele, Türkiye’nin başka bir şirket ile füze ortaklığına girmesi değildi. Mesele Türkiye’nin yerli ve bağımsız savunma sistemleri arayışını boğmaktı. Türkiye’nin tercihlerini yapmasına izin verilmeyecekti. Kendi ulusal savunma stratejisini geliştirmesine izin verilmeyecekti. Çokuluslu şirketler üzerinden Türkiye’ye yön verilmesinin rahatsız edici örneklerini gördük. İran’la nükleer pazarlık yürüten güçler Türkiye’ye bir füze üretme şansı bile vermiyordu. Türkiye’nin de ileride nükleer teknolojiye geçmesinden ve bağımsız olmasından endişe ediyorlardı.

Bu ülkede bu yönde taşeronluk isteyen, alabilecek olan o kadar insan ve çevre var ki, siyasi partiler bile o lobilerin sözcüsü oldu. Ellerinden gelse iç savaş çıkaracaklar, toplumsal gerilim alanlarını harekete geçirecekler ve Türkiye’yi durduracaklardı.

NATO’dan açıklama geliyordu, İsrail’den açıklama geliyordu, Financial Times gazetesi her gün Türkiye’ye ayar veriyordu, silah lobilerinin besleme yazarları Türkiye’yi tehdit ediyorlardı. ABD Büyükelçisi Francis Ricardione, “derin endişe duyduklarını” söylüyordu.

Türk medyası, siyasi muhalefeti, lobiler bir silah şirketinin ihaleyi kaybetmesinin derdine düşmüş, bir silah şirketi üzerinden ülkeyi cezalandırma yarışına girmişti. Tehditlerden ve şantajlardan geçilmiyordu.

NATO sistemine entegre edilmeyecek: İsyan edin!

Türkiye geri adım attı. İsyan bayrağını kaldıran ABD ve Fransız şirketlerine bir fırsat daha verdi. Tekliflerini yenilemeleri için süre verdi, bu süre daha sonra uzatıldı. Ancak bu geri adım kamuoyunu, bağımsız ve yerli olmayı isteyenleri rahatsız etti. Çünkü bir tür boyun eğmeydi.

Dün, füze konusu yeniden gündeme geldi. Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın, “yeni teklif gelmedi” sözü tartışmayı güncelledi. İsyan eden şirketler yine teknoloji transferine yanaşmamışlar, yerli üretime kapı aralamamışlardı. Türkiye’nin bu ihaledeki temel amacı teknoloji transferi ve yerli üretimdi. Bakan Yılmaz; “füze sisteminin milli sisteme entegre edileceğini ve NATO’ya entegre edilmeden kullanılacağını” açıkladı.

ABD ve Fransız teklifleri bu talebin çok uzağında. Türkiye yeniden Çin alternatifine yönelmiş gibi. Ama Yılmaz’ın “NATO sistemine entegre edilmeyecek” sözü bugün benzer bir isyanı tetikleyebilir. Medya üzerinden yeniden servis kampanyalar başlayabilir. “Türkiye NATO’dan kopuyor” yaygaraları koparılabilir. Tehditler, şantajlar havada uçuşabilir. ABD ve Avrupa basınının yaygaraları Türk medyasında sayfa sayfa yer alabilir.

NATO rahatsız manşeti bekliyoruz

O zamanlar “NATO rahatsız” manşetleri atan Gülen grubunun yayın organları yeni tartışmada ön sırada yer alabilir.

Türkiye’nin baskılara boyun eğmesi, geri adım atması, yılgınlık göstermesi bizi, bu milleti, Türkiye kamuoyunu incitir. Kim olursa olsun, bağımsız ve yerli olan girişimlerin alkışlandığı, desteklendiği bir ülke burası artık. Siyasi vesayetle mücadele edilirken her alandaki vesayeti etkisizleştirmek zorunludur. Bir silah şirketinin 3.4 milyar dolarlık ihale için Türkiye’yi tehdit etmesine, oralardan talimat alanların içeriden tehditler savurmasına bu ülkenin karnı tok artık.

Bir ihale üzerinden Türkiye’yi Ukrayna’ya çevirmeyi deneyenler bakalım bu sefer nasıl bir gürültü çıkaracaklar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
İbrahim KARAGÜL Arşivi