Askeri yaptırım, nükleer Türkiye!

İbrahim KARAGÜL

Füze krizi, hiç de tahmin edemediğimiz, inanmak istemediğimiz, şaşırtıcı noktalara çekiliyor. ABD yönetimi, silah şirketleri, lobi şirketleri ve neocon cemaatler, füze krizi üzerinden Türkiye'ye yön vermek, hizaya çekmek, diz çöktürmek için abartılı ve iki ülke arasındaki ilişkileri sabote edici uygulamalara girişiyor.

En son ABD Kongresi, 2014 savunma bütçesine; 'ABD fonlarının Çin füze sistemlerini NATO sistemlerine eklenmesinde kullanılamayacağına' dair bir madde ekledi. Bu madde kabul edilirse, mesele bir hassasiyet boyutundan çıkıp Türkiye'ye dar ölçekte bir tür silah ambargosu anlamına gelecektir.

Aslında biz bu işi hafife aldık. NATO'dan, ABD savunma bakanlığı çevrelerinden, neocon iktidar odaklarından, ABD ve Avrupa medyasından son olarak da Türk medyasından gelen tehditvari açıklama ve yayınları, bir ihale şantajı olarak niteledik ve öfke ile karşıladık.

Ancak daha ince, daha sistematik, daha sinsice bir süreç işleniyor. Hemen bütün batılı kurumlar üzerinden Türkiye'nin boynuna bir ilmik geçirilmek isteniyor ve 'kontrol dışına çıkarsan boğarız' mesajı veriliyor.

İşin tuhafı, 'askeri yaptırım' anlamına gelebilecek bu tazyikler, ABD ve Avrupa'nın İran'la otuz yıllık krizi sona erdirdiği, neredeyse yeni bir ortaklığa doğru yelken açtığı dönemde oluyor. Bu yakınlaşma çerçevesinde bölgesel güç haritası yeniden şekillenirken birileri 'Türkiye'nin stratejik değer' tanımlamasını da yeniden yorumluyor sanki. Ama bunlar eski dil ve kavramlarla, Soğuk Savaş dönemi argümanlarıyla yapılıyor ve bugünün dünyasından hiçbir karşılığı olmayacağı hesaplanamıyor.

Türkiye'nin nüfuz alanını daraltmaya dönük siyasi eğilimleri dikkatle izliyoruz. Bölgede hemen her gelişme Türkiye'nin bu alanını daraltma yönünde kullanılıyor. Füze olayı üzerinden ise askeri, güvenlik alanını da daraltmaya dönük bir çaba var.

İçerideki muhalefetin yeniden kurgulanmak istenmesi ve muhalefet dilinin siyasi alandan kriz/çatışma alanına yönlendirilmesi, bölgedeki eğilimlerin Türkiye aleyhtarı rüzgara dönüştürülmesi, ikili ve bölgesel yakınlaşma çabalarının sabote edilmesi, Sudan'da bile Türkiye'nin alanını daraltmaya dönük açık müdahalelerin yapılması rastlantı olmamalı.

Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın, '1974 harekatında olduğu gibi, haklı davamızda müttefiklerimizi yanımızda görmezsek ne olur? Bu bizi daha da güçlendirir. Eğer Türk savunma sanayii bu aşamaya geldiyse geçmişte TSK'ya veya Türkiye'ye uygulanan fırsatların büyük katkısı vardır. Her yıkılış bir yürüyüşü öğretir' cümleleri, aslında resmin net biçimde görüldüğüne, yorumlandığına ve bir sonraki adımların kestirilebildiğine işaret ediyor.

Sanırım bu eğilimlerin devamında Türkiye'ye askeri alanda bir yaptırım düşüncesi var ve yine sanırım Türkiye bu yaptırıma meydan okuyacak.

Ancak bu kadar değil. Konunun başka boyutları da var.

Bütün bu ön hazırlıklar sadece bildiğimiz anlamda bir yaptırım ya da kısıtlamayla sınırlı olamaz. 12 Ağustos 2005'te, 'Ya Türkiye de nükleer silahlanmaya giderse!' diye bu kaygıyı dile getirmiştim. Konunun er ya da geç bu noktalara geleceğine inanıyordum o zaman. Hala inanıyorum ve geliyor da.. İran nükleer krizinden hareketle o gün aynen şunları yazdım:

Yarın Türkiye de, güvenlik kaygıları arttığında benzer arayışlara girmesi halinde, aynı tehditlerle yüzleşecek. Nükleer silahlanma olmasa bile alternatif savunma sistemlerine yatırım yapan Türkiye, bir şekilde cezalandırılacak. ABD basınında Türkiye'nin de nükleer silahlanmaya gidebileceğine yönelik haberler çıkmaya başladı bile. ABD ve İsrail, İran'ı Türkiye için birinci tehdit olarak sunacaklar, Türkiye-İran arasında derin krizlere yatırım yapacaklar...

Ayrıca o tarihlerde Türkiye ve Pakistan'ı merkeze alan nükleer kaçakçılık ve teknoloji transferi konusunda Batı medyasında çokça haber yayınlanıyor, 'Nükleer Türkiye mi?' başlıklı sorgulamalar yapılıyordu.

Soğuk Savaş döneminde Pakistan ve İran, ABD'nin askeri teknolojisinden en fazla yararlanan ülkelerdendi. Ama Türkiye'ye ikisinden daha fazla askeri teknoloji aktarıldı. Pakistan nükleer güç. İran'ın nükleer çalışmaları bütün dünyanın gündeminde. Ya Türkiye?

Kampanyayı yürütenler, Türkiye'nin 12 Eylül darbesinden sonra Pakistan'la askeri yakınlaşmasına dikkat çekiyordu. Hatta Türkiye'nin Pakistan'a, nükleer çalışmalarında teknolojik destek verdiği söyleniyordu. Nükleer silah üretebilecek yerli teknolojiye sahip olduğu söylenen Türkiye'nin yakın gelecekte nükleer güç olduğunu ilan edebileceği, bunun sadece bölgede değil dünyada bir çok dengeyi radikal biçimde değiştireceği, Türkiye'nin bir anda dünyanın en önemli ülkesi haline geleceği ifade ediliyordu.

Sakın bugünkü füze krizinin arkasında bu kaygı olmasın! Savunma alanında 'başına buyruk' arayışlara giren Türkiye'nin bu işi nükleer güç olarak sonlandırabileceği düşünülmesin!

İran'ın nükleer çabalarını bir 'hak' olarak değerlendiren ve her platformda savunan Türkiye, aslında İran'ı değil kendini savunuyordu. Yarın kendi arayışlarına yönelik nasıl bir tazyik, baskı gelebileceğini çok iyi biliyordu. Üstelik bu baskılar en yakın müttefiklerinden gelecekti ve çok ciddi krizler yaşanacaktı.

İran-Batı arasındaki nükleer kriz yumuşarken Türkiye-Batı arasında silahlanma endeksli krizin giderek büyümesi son derece dikkat çekici. Türkiye kamuoyunun pek bilmediği bir konu bu ve karşıt kampanyalar bu yüzden alabildiğine etkili oluyor.

Evet, bir askeri yaptırım kendini belli etmeye başladı. Sanırım önümüzdeki aylar hatta yıllarda konu ciddi bir çatışmaya, meydan okumaya dönüşecek. Bugün söz konusu lobilerin baskılarına aracılık yapanlar yarın Türkiye'ye karşı kitleleri sokaklara bile sürükleyebilir. Muhalefetin yeniden kurgulanması nasılsa buna zemin sağlayacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.