Eski sağcının hali

Galiba eski Türk sağı iyice çöktü. Bu süreç Süleyman Demirel'in
1993'te Turgut Özal'ın vefatının ardından Cumhurbaşkanı olmasıyla başladı.
Demirel'in Köşk'teki en önemli icraatı, 1997'de dönemin komutanlarıyla birlikte 28 Şubat darbesini yürütmesi oldu.
12 Eylül 1980 darbecilerinin Hamzaköylere, Zincirbozanlara gönderdiği, siyasetten yasakladığı Demirel, darbecilerin dümen suyuna girmişti.
Acaba bu büyük döneklik, tekil bir olay mıydı?
Yani nihayetinde bir kişinin tercihi miydi? Yoksa milli irade kavramı çevresinde siyaset yapmış olan eski sağcılar, yeni toplumsal dinamikler karşısında teslim bayrağını çekip bürokrasiye mi sığınmıştı?
Hayatının büyük bölümü Demirel'in yamacında siyaset yapmakla geçen Hüsamettin Cindoruk'un son dönem demeçlerine bakarsanız, onun da aynı yolu izlediğini görürsünüz.
Mesela dün, " Siz orgeneralinden, YÖK Başkanı'na kadar her muhalif düşünceyi gözaltına alırsanız hukukun otoritesi kalır mı? " diyordu ekranda.
Ergenekon davasına dahil edilenlerin, ' muhaliflikle' bir alakası bulunmadığını, amaçlarının Silahlı Kuvvetler'i darbeye kışkırtmak olduğunu Cindoruk bilmez mi? Bilir!
Ya bu kişilerin, "
Hükümete muhalefet ediyoruz " kisvesi altında, kendisinin de Başkanlığını yaptığı Meclis'i kapamaya, demokrasiye son vermeye çalıştıklarını Cindoruk bilmez mi? Onu da bilir, hem de bal gibi bilir.
Peki, niye böyle yapar?
Çünkü halkla bağı kesilmiş, seçmene söyleyecek lafı kalmamış bir siyasetçinin Türkiye'de iki seçeneği vardır: 1) Evine çekilmek. 2) Darbe heveslilerine takılmak.
Bazı eski sağcıların ikinci şıkkı seçmeleri hakikaten acıklı bir durum.



***



Tepeden verilen haklara kuşkuyla bakmak gerek


Doğrular ile gerçekler arasında gidip geliyoruz. Genellikle gerçekler, yani mevcut şartlar, doğrulara galebe çalıyor. Mesela şu TRT 6 konusu.
Gerçekler açısından bakıldığında, devletin bu girişimi olumlu bir hamledir. Zaten çoğu Kürt aydını da bunu söylüyor.
Peki, doğrusu bu mu? Bence değil. Bugün Kürtçe yayın yapan devlet, yarın vazgeçebilir de.
Tepeden 'verilen' haklar, yine tepeden yapılan müdahaleyle geri alınabilir çünkü.
Biliyorsunuz, ben CHP'deki çarşaf açılımı ile Kürtçe yayını aynı paketin parçası olarak görüyorum.
Bürokratik elit bir yandan makul Sünnilere, diğer yandan da makul Kürtlere göz kırpıyor.
Bu tip hamlelerin ihtiyatlı bir biçimde desteklenmesi gerekir. Amiyane tabirle söylersek, her adımda, " Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü " diye sormak şart. Çünkü:
Eğer bir hak, ' taban' mücadelesi sonucunda elde edilirse bunda kuşkulanacak bir durum yoktur. Nihayetinde bir talep karşılanmıştır.
Ama haklar ' tavandan' inerse, işte o zaman "Ne oluyoruz" diye sormak gerekir.
Çok değil üç ay öncesine kadar, türban düşmanı olanlar çarşaf açılımı yaparsa; " Kürtçe yayın ülkeyi böler " diye bağırıp çağıran yüksek bürokratlar, Hükümet'in girişimini sessizce izlerse... " Bunlar yine ne çeviriyor " diye sormak şart olur.
Yani mesele sadece hakların tepeden verilmesi değil.
Bir talebin sonucu olmayan hak, siyasi bir oyunun parçasıdır. Sorunu olan insanlar bir hakkı elde edebilmek için manevra yapar.
Bürokrasi ise o hakkı, başka bir amaca ulaşmada manevra aracı olarak kullanır.
Aniden ortaya çıkan olumlu gelişmeleri, şuursuz bir hevesle değil, ihtiyatla desteklemeli.