Kudüs bizim için ne ifade eder?

Abdurrahman DİLİPAK

BM Genel Kurulunun yapıldığı bir gün de İsrail Tunus limanındaki Sumud gemisine 2. kez, Katarda Hamas müzakerecilerine, Suriye’deki TSK askeri tesislerine ve Lübnan’a saldırıyor. Mısır’a giden bizim Milletvekilleri basın açıklaması yapıp döndüler. Bir basın açıklaması için değmezdi. Her seferinde her partiden bir iki kişi gidip, orada BM yetkilileri, Mısır Parlementosu, Ürdün meclisindeki milletvekilleri ile görüşüp dönseler, bir grub dönerken yeni grub orada nöbeti devralsaydı, avukatlar baroları, bir grub Media’yı, başka bir grub STK’ları ziyaret etseydi. Bu gelgitler, en azından Sumud gemileri gelene kadar devam etseydi. Türkiye de oraya gözlem yapmak için bir Helikopter gemisi gönderseydi.. Şimdi Mısırdan dönenlerin Ankara’da buluşup, gözlemleri ve taleplerini TBMM Başkanlığına ve Beştepe’ye yazılı olarak sunup bir basın açıklaması ile bu talepleri kamuoyu ile paylaşmaları gerekir. Bu heyetin ayrıca STK’lar ve insani yardım kuruluşları ile buluşup konuyu kapsamlı olarak müzakere edip, konun bundan sonra da takipçisi olmaları gerekir.

Hatta İslam ülkelerinden gelen milletvekilleri ile de orada bir diplomasi Merkezi oluşturulabilirdi. Neyse olan oldu. Durum ortada. Bana kalırsa İsrail, içeride kullandığı elemanları üzerinden Türkiye’de bir takım hedeflere saldırması sürpriz olmayacaktır.

İsrail, kendi cehennemi için bütün imkanlarını seferber etmiş gözüküyor. Kendi yok edişini ve cehennemini hak etmek için var gücü ile çalışırken, aynı zamanda tutuşturduğu bu ateşle, İslam dünyasının ve insanlığın uyanışına vesile olacak, örtülü gerçeklerin ortaya çıkmasına sebeb olacak bir şey yapıyor. ABD’de insanlar uyanıyor. AB’de insanalar uyanıyor. Bu gidişle en son uyanacak ülkeler İslam ülkeleri olacak gibi sanki. Derin bir uykudalar, narkoz yemiş gibiler. Bugün Nepal’de yaşananlar, yarın dünyadaki diğer bir çok ülkede de yaşanabilir. Dünya oraya gidiyor sanki. Kimse “bizde olmaz” demesin”, olmaz olmaz çünkü. Herkesin bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hükmü vardır. “Zulm ile abad olunmaz”, bu sünnetullahtır. Zulüm, adaletin yokluğudur!

Kudüs bizim bizim için din davasıdır. Gazze direnişi bizim için bir Cihad ve Şehadet mektebidir. Vehn hastalığından (ölüm korkusu ve dünya sevgisinden) kurtulmamız için bir şifahanedir. Orası bizim “ilk kıblemiz”dir. Orası “İsra’nin makamı”dır, “dinin direği” olan, gözümüzün nuru, hakikati görmek, Hakkı Hak, batılı batıl bilip Hak’da toplanmamız için Ümmül Kur’an olan, günde en az 40 kez okuduğumuz Fatiha’nın manasını idrak için “Namazın farz kılındığı” yerdir. Hadim’i olmakla şeref bulduğumuz, Kur’anî bir ifade ile “muvahhidlere vadedilen” “Arz-ı Mukaddes” (Kutsal Topraklar) bizim için Hz. İbrahim’den, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman ve Hz. İsa’dan devraldığımız manevi bir miras’tır. Diğerleri için tarihi ve kültürel bir miras olarak ırkı anlamda sahiplenilen bir coğrafya ve yapıdan söz ediyoruz. Kaldı ki onlar Hz. Davud’u ve Hz. Süleyman’ı peygamber olarak da kabul etmiyorlar. İsrailoğullarının birliğini sağlayan dindar bir kral ve onun oğlunun yaptırdığı ve bu anlamda ırklarına tahsis edilen bir miras olarak gördükleri bir Mabed’den söz ediyoruz. Biz bütün peygamberlere ve bütün kitaplara iman ettik. Onlar da Müslümandı ve biz de Müslümanlardanız.

Mukaddes beldelerde her türlü Hakimiyet iddiasını reddediyoruz. Bu Filistin devleti de olsa. Mabed’ler Allah’a adanmış evlerdir, orada resulullah’ın lanetlediği “Fikri kavmiyet” iddiasını çağrıştıran hiçbir şey onu gölgeleyemez.

Kudüs bizim için Tarih davasıdır. Gazze bitmeyen bir kurtuluş savaşıdır bizim için, bitmeyen, devam eden bir Çanakkale’dir. Bunun için Gazze direnişi bir vicdani hareket olmanın çok ötesinde bir anlam taşır.

Kudüs bizim için insanlık davasıdır. Gazze halkı Müslüman olmasaydı ve bir başka halk onlara saldırsaydı da, aynı zulmü çocuk, yaşlı, kadın, hamile, engelli, hasta, onlara reva görseydi, biz saldıranın ve saldırılanın inanç, mezheb, ideoloji, etnik kimlik ve siyasi tercihine bakmaksızın zalimlere karşı mazlumların yanında olmamız, yani Gazze halkının yanında olmamız gerekirdi. Hatta zalim babamız da olsa mazlum düşmanımız da olsa. Vicdan’ı olan herkesin, bu anlamda mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetine yönelik açık ve yakın tehlike altında kim olursa olsun, adalet, barış ve hürriyet temelinde safımızın belli olması gerekir. Bu bir “insanlık davası”dır.

Evet, evet, biz doğduğumuz ana babayı biz seçmedik, Doğduğumuz yeri/ülkeyi, zamanı da biz seçmedik, derimizin rengi ve cinsiyetimizi de biz seçmedik. Bundan dolayı üstün ya da geri olamayız. BİZ İNSANIZ! Topraktan geldik, toprağa döndürüleceğiz. Bu anlamda farklılıklarımıza rağmen, adalet, hür ve barış içinde bir arada yaşamanın bir yolunu bulmamız gerek.

Kudüs bizim için gelecek davasıdır. “Tarih’in sonu”nu getirecek bir “Medeniyetler arası savaş” için “Tanrıyı kıyamete zorlama”ya kalkan birileri var artık aramızda. Artık Melheme-i Kübra’dan (Amik ovasındaki kıyamet savaşından), Armagedon’dan (Megitto’daki büyük savaş)tan söz ediyoruz. Mesih, Meşiah, Mehdi, Deccal, Anti Chirist, Yecüc-Mecüc (Gog-Magog) dan söz ediyoruz. Dünya nüfusunu 500 Milyona çekmekten söz eden Global Resetçiler, CoVID / mRNA yeterli olmadı, şimdi de İklimle, karbon ayak izi yalanları ile ChemTrails ile sentetik gıdalarla geliyorlar. 1648’de Kilise ile derebeyler arasında yapılan Westefelya anlaşması ile kurulan Ulusal sistem ve Uluslararası sistem çöktü. 19.YY sonunda Kapitalizm, Komunizm ve Faşizimin gölgesinde oluşan kavram ve kurumlarla 21.YY açıklamak mümkün değil artık.

Bakın Gazze düşerse, sırada Kudüs, Mescid-i Aksa var var. Bu krizin daha da büyümesi demektir. Yarın bugünden beter olacaktır. Kudüs düşerse sırada Arz-ı Mev’ud var. Arz-ı Mev’ud düşerse sırada Hazara ve Karay senaryosu var..

Oraya varmadan Gazze düştüğü gün, Kudüs’le birlikte tartışılacak olan Şam’dır.

Bugünden DİB Türkiye’deki Patrikhaneler, Vatikan, Evengelik ve Angilikan kilisesi, Protestan kiliseleri ile görüşmeler başlatmalıdır. Aynı şekilde Anti Siyonist olan Musevi Cemaatleri de görüşmeler yapılmalıdır.

Ülke içindeki Siyonist unsurlar konusu acil bir milli güvenlik meselesi olarak ele alınması gerekir.

Eş zamanlı olarak BM ve uluslararası örgütler nezdinde kutsal mekanların statüsü konusu uluslararası bir konferans tarafında ele alınması gerekir. Mekke-i Mükerreme, Medine-i münevvere ve Kudüs-ü şerif herhangi bir devletin egemenlik alanında olamaz, bu “Filistin devleti” de olsa.

“Gazze davası” “toprak davası”, “vatan davası” değildir. “Aksa Tufanı” içinde İsra’yı barındırır, içinde ilk kıblemizi barındırır, içinde dinin temeli olan Namazı barındırır. “Kassam tugayları” İslam’ın, “Cihad’ın mektebi”dir, “İslam ümmeti” için. “Şehadet mektebi”dir, Allah’a ve ahiret gününe iman eden mü’minler için. İnsanlığın vicdanı’nı harekete geçiren bir adalet, barış ve hürriyet çağrısıdır bütün insanlık için

Bu direniş FKÖ ya da Abbas’ın iktidar mücadelesi için verilen bir mücadele değil. Gazze direnişi “Filistin özgürlük mücadelesi”ni destekler ancak “Gazze direnişi” hepsinden farklı bir mücadeledir. FKÖ’ye Kudüs’ün doğusunda bir yeri başkent göstererek, İsrail’in gölgesinde, silahtan arındırılmış, denizle bağı kopartılmış, diaspora ile ilişkisini kesmiş, laikçi, sol, bölgedeki diğer gayrimüslim unsurların içinde yer alacağı Kukla bir Filistin devleti sorunu çözmez, İsrail’in elini güçlendirmekten başka bir işe yaramaz.. Kurulacak Laikçi sol Filistin devleti, Filistin sınırları içindeki İslami unsurların takibi, gerektiğinde yakalanıp cezalandırılması için İsrail adına vekaleten bu işi yapacak bir devlet görünümlü taşeron örgüt olacaktır. Böyle bir devlet için garantör olacak olan devletler, bu cinayette suç ortağı olacaklardır. Bir zamanlar bizi garantörü yapmak istedikleri bu kukla, Kushner - Dahlan senaryosunun taşeron örgütü olacak olan Filistin devleti, işgal altındaki topraklarda öbekler halinde varlığını sürdürmekte olan Filistin’liler için sürgün yeri, İsrail’in Suriye topraklarında, kendine bağlı paralel devlet yapılanması olacak olan. SDG ve Filistin devletçiklerine toprak vermek için Suriye topraklarını, Cebel-i Dürzden, Golan’a, oradan Şam’a, Lübnan’dan Litaniye kadar olan toprakları işgal bahanesi olacaktır.

İsrail’in asıl hedefi Mescid-i Aksa’dır ve Mscid-i Aksa, Kudüs’ün kalbi’dir. İsrâ Suresi’nde Allah (cc) “Kul’unu bir gece Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir” buyurur. Mübarek olan bir beldeden söz ediyoruz.

İslam dünyasının önünde iki seçenek var: Ya Gazze’yi seçeceksiniz ve bedel ödeyeceksiniz, ya da Satanist, Pedefolik’lerin yönettiği Siyonist İsrail’i seçecek ve bu cinayete ortak olacaksınız. Kim kimi seçecekse, onlar onlarla haşrolsunlar. Allah’tan korkanlar bu tarafa, MOSSAD’ın şantaj elamanı Epstein’in kasetlerinden ve dosyalarından korkup susanlar öteki tarafa!

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.