Ruhunu yitirdiğini bildin mi?

Yusuf KAPLAN

İslâm medeniyeti, politika üzerine inşa edilmedi; hayat üzerine inşa edildi; hakikatin yoğurduğu, mayasını kardığı ruh üflediği hayat üzerine.

Bu gerçeği gören, hatta iliklerine kadar hisseden ender düşünürlerden biri Nietzsche’ydi. Hıristiyanlığın da, modernitenin de hayatı inkâr ettiğini düşünüyor, “İslâm, hayat’a evet diyor” diyordu özenle.

Hayat’ın inşası, idamesi ve nefes üflemesi, hakikat’le irtibatının kopmamasına, aksine, muhkem bir şekilde tesis edilmesine bağlı.

Hakikatin olmadığı yerde, hakikatin hükümfermâ olmadığı bir dünyada, hayat yeşermez, çürür, çöle döner.

Bizde hayatı hakikat inşa eder. Hakikat inşa ettiği için sahicidir ve ruh doludur hayat. Şiirdir. Şuurdur. Hakikatin şiarlarının şuura dönüşmesi ve şiire durdurması hayatı da, insanı da.

Hayatımıza en az iki asırdır hakikat değil siyaset yön veriyor.

Politika, sadede dünyaya sahip olma ve çeki-düzen verme kaygısı güder. Dünyayı dâr / yurt edinir; o yüzden dünyayı dar eder insana.

Politika, insanın her şeyin merkezine yerleşmesi demektir. İnsanın her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltilmesi, tanrılaştırılması.

O yüzden, modern dünya politika üzerine kuruldu. Sonra, politikanın yerini ekonomi aldı. Ekonomi, “ekonomik insan” olarak adlandırılan ruhsuz bir canavar icat etti. “Ekonomik insan” denen canavar, insanı ruhsuzlaştırdı ve yok etti.

Politikayla başlayan ekonomiyle başka bir evreye geçen dünya, insansız bir dünya artık. Postmodern dünya, insansız. Postmodern insan ise, dünyasız!

Aslında genelde müslümanların özelde Türkiye’nin önünde insanı yeniden hayata döndürecek, insana dünyasını armağan edecek bir imkân var: İnsanlığın önünü açacak, insanca bir dünya kurulmasını sağlayacak bir imkân.

Yaşadığımız zorluklara bakarak arabesk psikolojilere girmeye gerek yok. Fıtratını koruyan, dolayıyla kimyası bozulamamış, genetik kültürel kodları saflığını muhafaza eden insan tipi Müslüman insan tipi; özellikle de bu toprakların çilekeş insanı.

Dünya, insan türünün geleceğinin tehlikeye girdiği bir yokoluş felâketinin eşiğine sürükleniyor! Güle oynaya hem de!

İnsan türünün yokoluşunu durduracak kaynak, özsuyu bizde. Ama bunun bilincinde bile değiliz biz, ne yazık ki!

Türkiye’nin İslâmî kesimleri, politikanın insanın fıtratını bozduğunu, insanı dünyayı kutsayan, fırsatperest, çıkarperest, konformist, dünyevîleşmiş ruhsuz bir makinaya dönüştürdüğünü iliklerine kadar yaşıyorlar ama bunu göremiyorlar!

Yaşanan ruhsuzlaşmanın, sekülerleşmenin her şeyin politikaya indirgenmesinden kaynaklandığını farkedemiyorlar.

Siyasî mücadele elbette sürecek. Ama politika hayatımıza yön vermeyecek; hakikat, hakikatin şaşmaz ölçüleri yön verecek -siyaset de dâhil- her şeye.

O yüzden İslâmî bir hayat inşası için gayret göstermeliyiz. Masa, kasa kapmak için değil.

Masa, kasa peşinde koşturursak, ortada hakikatten eser kalmayacağını çok iyi bilelim.

Derdi hakikat olmayan bir politika en büyük derttir, felâkettir.

Derdi hakikat olmayan bir hayat, bayattır.

Derdi hakikat olmayan insanın, insan olma hasletlerini yitirmesi kaçınılmazdır.

Hayatımızı politika şekillendiriyor son iki asırdır. Ama son yarım asır, hayatımız ruhsuzlaştı, her şeye politikaya endekslendiği için.

Cemaatler, tarikatler, vakıflar hep politikanın ağlarında yaşama mücadelesi verilebileceğini sandıkları için sahiciliklerini yitiriyorlar.

Her şeyi politikadan, devletten bekler duruma geldiler; ki bu, ruhlarını yitirmeleri ve canlı cenazeye dönüşmeleri demektir.

İslâm’ın kilisesi yok. O yüzden İslâm’ın darbe yediği zamanlarda direnmesini sağlayacak kurumları da yok.

Müslümanların İslâm’la irtibatlarını diri ve canlı tutan tarikatler ve cemaatlerdir.

İslâm’ın kilisesi olmadığı için, İslâm’ın kan kaybettiği, müslüman toplumların hızla sekülerleştiği ortamlarda, laiklik, Kemalizm gibi ideolojilerin din katına yükseltilmesi kaçınılmazdır.

İslâm son bir kaç yılda, daha önceki dönmelerde gözlenmediği kadar kan kaybediyor: İnsanlar, İslâm’ı terkediyorlar...

Bunun en temel nedeni, politikanın / araçların hakikatin yani amaçların önüne geçmesi, insanların masanın ve kasanın peşinde koşturmaları, helal haram ölçülerini hiçe saymaları, kısacası, İslâm’a hakkıyla teslim olmadıkları için İslâm’ı hakkıyla temsil edememeleri, Müslüman kişilerin inandıklarıyla yaptıkları arasındaki uçurumun toplumun İslâm’dan soğumasına ve uzaklaşmasına yol açması...

Unutmayalım: İslâm, tek başına yaşanmaz, müşterek yaşanır; ancak müşterek yaşandığında, cemaat hâlinde yaşandığında hak hukuk nedir, kardeşlik nedir, zorluk, fedakârlık, cefakârlık, kanaatkârlık nedir o zaman bilinir, tadı, lezzeti idrak edilir.

Müslümanlar bir bedenin uzuvları gibidir, yoksa politikanın, ekonomik çıkar şebekesinin uzantıları gibi değildir.

Yekvücuttur.

Politik, ekonomik örgütlenmelerde kişi, kendini düşünür; cemaat birlikteliklerinde kardeşini.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.