İbrahim KARAGÜL

İbrahim KARAGÜL

Erdoğan o töreni yapmasa, Davutoğlu Paris’e gitmese...

Erdoğan o töreni yapmasa, Davutoğlu Paris’e gitmese...

Paris saldırısı dünyayı terör konusunda suçüstü yakalarken, ikiyüzlüleri açığa çıkarırken, İslam dünyasındaki yüz binlerce kurban için parmağını kımıldatmayanların terör konusunda yapmacık tavırları dünyayı rehin alırken Türkiye yine meselenin esasından kaçmayı, işi sulandırmayı, bu mesele üzerinden bile kişisel hesaplaşma çıkarmayı becerebildi!

Hiçbir meseleyi esaslı, derinden sorgulamayı beceremeyen, sorumsuz ve sığ Türk medyasından; Paris saldırılarından hareketle son yirmi yıldır merkezinde bulunduğu coğrafyadaki büyük kıyımları, bu kıyımlarda o ülkelerin rollerini sorgulamasını beklemek elbette mümkün olmayacaktı.

Ama yine de insan, “bu bir fırsat, birkaç söz söylensin” beklentisi içine giriyor. Paris’teki saldırıları kınarken, “Suriye’de öldürülen üç yüz bin insan için de bir şeyler söylensin, Lübnan’da donan mülteci çocuklar için de bir şey söylensin, işkence için Cenevre Sözleşmesi’ni bile askıya alanlar hakkında bir şeyler söylensin, Mısır’da sadece demokrasi dedikleri için öldürülen beş bin insan için de bir şeyler söylensin” istiyor.

Israrla “ama”lı cümle kuracağız!

Bunlar gibi, daha haklarında söz söylememiz, bir şeyler yapmamız gereken sayfalar dolusu bir liste var. Avrupa “ağla” dediği zaman ağlayan, “öfkelen” dediği zaman öfkelenen, “sevin” dediği zaman sevinen medya ve entelektüel kimlik teröre karşı “ama”lı cümlelerden son derece rahatsız.

Biz de çok rahatsızız bundan. Paris cinayetlerini kınarken, olayın karmaşıklığını sorgulamanın, bu fırsatla bir şeylere itiraz etmenin “ama”lı cümle olmadığının da pekala farkındayız. 11 Eylül saldırıları sonrası bütün “Müslümanlar özür dilemeli” yaygarası koparanların, bu saldırılardan sonra iki milyona yakın insan öldürülürken “ama”lı da olsa bir itiraz cümlesi kurmadıklarını gördük. Bizim “ama”larımız, ortada böyle bir konu varken söylemek istediğimiz, canımızı yakan gerçekleri dile getirme telaşıdır. Yoksa kimsenin şiddeti ve terörü zımnen dahi olsa onayladığı yoktur.

Paris’te teröre karşı yürüyenler arasında Benjamin Netanyahu’yu görmek bir “ama” cümlesini hakediyor. Dünyayı “İslam’a karşı savaşa” çağıran elleri kanlı bir lider üzerinden terör kınaması yapmak kimseye inandırıcı gelmeyecektir. Birçok ülkenin terör konusundaki sicilini iyi biliyoruz. O ülkelerin Afrika’da, Ortadoğu’da, Güney Asya’da yüzlerce insanı örtülü operasyonlarla öldürdüğünü, devlet terörü uyguladığını, örgütleri silahlandırıp bu ülkelere gönderdiğini çok iyi biliyoruz.

Artık dünyanın nasıl döndüğünü biliyoruz

 “Ama”larımız bu çirkinlikleredir ve bunu her fırsatta dile getireceğiz. Avrupa, Müslümanlarla birlikte ağlamayı öğrenene kadar bu cümleleri kurmaya devam edeceğiz. Çünkü bizim hiçbir zaman onların gözüne girme, onlar nezdinde değer kazanma derdimiz olmadı. Biz, insanlığın ortak iyiliğine katkıda bulunurken kendi haritamızda yer alan acılara son vermeyi önceleyeceğiz. Terör mağduru olan ülkelerin terörizm sicillerini sorgulayacak, onlara öfke duyacak, onların iki yüzlülüklerini suratlarına çarpmaya devam edeceğiz.

Bunları yaparken, Türkiye gibi, müttefiklerine bile terör ihraç edenlerin, bize dayattığı dili kullanmayacağız. O dönem geride kaldı, 20. yüzyıla ait bir zihinsel kuşatmaydı. Artık çok şey biliyoruz, dünyanın nasıl döndüğünü görüyoruz, kimlerin ne haltlar karıştırdığını da. İşte bu yüzden kendi gerçeklerimizle, kendi cümlelerimizle konuşmayı bileceğiz. İşte bu yüzden üzerine basa basa “ama”lı cümleler kuracağız.

Asıl kıyamet Davutoğlu gitmese kopacaktı..

Paris saldırıları çerçevesinde bunları tartışmamız gerekirken Türkiye kamuoyu iki konuya kilitlendi. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Paris’teki yürüyüşe katılması sorgulandı, bir de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Mahmud Abbas’ı karşılarken 16 Türk devletinin askeri üniformalarını giyen askerlerin bulunduğu töreni düzenlemesi..

Türkiye, Paris’te verilen fotoğraf karesindeki liderlerin temsil ettiği ülkelerin terör konusundaki sahtekarlıklarını bilmiyor mu? Davutoğlu’nun Netanyahu ile aynı kareye girmekten rahatsız olduğunu biz bilmiyor muyuz? Onlarca yıldır teröre kurban veren bir ülke olarak böyle yapmalıydık. Başbakan orada olmalıydı ve Türkiye’nin Avrupa Müslümanlarının yanında olduğunu göstermeliydi. Çünkü Avrupa, İslam’ı ve Müslümanları tehdit kategorisinin en üst sırasına çıkarmaya, onlar üzerinden dışlayıcı bir mülteci stratejisi uygulamaya çalışıyor. Türkiye’den başka hangi ülke onlara sahip çıkabilirdi.

Yıllardır terör konusunda her türlü işbirliği yapan Türkiye’nin taleplerini karşılamayan ülkeler vardı orada. Verilen listeleri hasıraltı edenler, evlerine kadar adresleri verilen teröristleri teslim etmeyenler, bu konuda ikili anlaşmalara uymayan ülkeler vardı. Böyle olunca da terör konusunda en net tavrı gösteren ülke Türkiye idi.

Asıl kıyamet Davutoğlu Paris’e gitmese çıkacaktı. MİT TIR’ları örneğinde olduğu gibi, Türkiye’yi “teröre destek veren ülke” ilan ettirmeye çalışanlar bunu kullanacak, “Türkiye IŞİD’in arkasında” kampanyaları düzenleyecek, paralel örgüt ve etrafındaki koro başkent başkent dolaşacak, Türkiye’de medya üzerinden kampanyalar yürüteceklerdi. Umutları suya düştü. Ellerindeki bir koz daha boşa çıktı.

Bu hazımsızlık kimler için

Erdoğan’ın Mahmud Abbas’ı karşılama biçimi onları rahatsız etti. Hazımsızlıktan çatlayacak duruma geldiler. 16 Türk devletinin sembollerinin o törende bulunması, bunun Abbas’ı karşılamada gösterilmesi kimleri rahatsız etti sizce? İsrail adına hazımsızlık çekiyorlar. Doğru, Türkiye bunu İsrail’e ve dünyaya bilinçli olarak gösterdi. “Filistin’in en büyük destekçisi biziz” demek istedi. Bakıyorsunuz Avrupa basını, Türkiye’de bazı medya çevreleri ve paralel çevrelerden ortak reaksiyon geliyor. Neden?

Türkiye gibi bir ülkenin Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nı alaya alan, küçümseyen, horlayan medya dilini kim sipariş ediyorsa, bu törene karşı reaksiyonu da onlar sipariş ediyor. Ve biz onları biliyoruz.

Avrupa ülkeleri hala monarşi sembolleriyle ayakta dururken, Türkiye’nin geçmişine sahip çıkmasından rahatsızlık duyuyorlar. Kendileri emperyal geçmişlerine yeniden sarılırken Türkiye’yi dar ulusçu bir hapishaneye mahkum etmek istiyorlar. 21. yüzyıl merkez ülkelerin geçmiş birikimlerini bugüne taşıdıkları yüzyıldır. Tarih yapıcı her millet, dikkat edin, aynısını yapıyor. Türkiye’nin de bu yüzyılda en büyük mücadelesi, Selçuklu ve Osmanlı başta olmak üzere, geçmişin birikimlerini bugüne taşıma, tarihiyle barışma ve buradan bir gelecek inşa etme mücadelesidir. Bunu yaparken de, kendi coğrafyasını tanımaya, komşuları ve kardeşleriyle yeniden kucaklaşmaya çalışıyor. 

Peki bu kimleri rahatsız ediyor sizce? Bulunduğumuz coğrafyada kaos teorisi uygulayıp, ülkeleri şehirlere bölme stratejisi yürüten herkesi. Bu coğrafyaya bir yüz yıl daha ayağa kalkacak mecal bırakmak istemeyenleri. İşte Türkiye bunun meydan okumasını yapıyor. Bu meydan okumaya karşı içeride cephe olanlara dikkat edin, kimlerin dilini kullandığına, kimlerin sözlerini tekrarladığına, kimler adına Türkiye’yi hedef alıp yıpratmaya çalıştıklarına iyi bakın.

21. yüzyılın Gurka’ları onlar!

Güçlü devletlerin sembolleri vardır. Devlet dediğimiz şey sembollerden oluşur. Gücün, adaletin, refahın görüntüsü bu sembollerdedir. İngiltere’nin, Almanya’nın, Rusya’nın, Çin’in, Fransa’nın 21. yüzyıla dönük politikalarına, önceliklerine bakanlar Türkiye’nin ne yapmaya çalıştığını pekala anlayacaktır. Almanya Afganistan/Kunduz’da ne arıyordu. Aynı Almanya Kuzey Irak’ta ne arıyor? ABD ve müttefikleri Mezopotamya’nın kalbine neden yerleşti?  Güney sınırlarımızda Türkiye’yi çevreleme haritasını kimler çiziyor? Türkiye’nin Araplarla, Kürtlerle barışmasını kimler engelliyor?

Bizim Gazze ile, Kut-ul Amare ile, Kudüs ile, Şam ile, Yemen ile kardeşliğimiz 1917 kadar yakın. Bir insan ömrü kadar tarihi bize yüzyıllarmış gibi unutturanlar, bize ders vermeye kalkışmasın.

Ezberleri bırakın da, siz bu büyük mücadelede kimlerin cephesinde  savaşıyorsunuz, önce onun cevabını verin. İngiliz Gurka”lardan hiçbir farkınız kalmadı!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
İbrahim KARAGÜL Arşivi