AGD ile Sandıkçı Rize’de Anzer Balı Tadında Bir Gece Yaşattı!

AGD ile Sandıkçı Rize’de Anzer Balı Tadında Bir Gece Yaşattı!
Mekke’nin fethinin 1382'inci yıl dönümü dolayısıyla Rize'de düzenlenen kutlama programında Prof. Dr. Kemal Sandıkçı...

Mekke’nin fethinin 1382'inci yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen kutlama programında Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, gönüllere hitap ettiği konuşmasında Anzer Balı tadındaki eşsiz anlatımıyla Rizelilere unutulmaz bir program sundu.

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, Anadolu Gençlik Derneği Rize Şube Başkanlığı tarafından Mekke'nin Fethi'nin bin 382'inci yıldönümü nedeniyle düzenlenen programda Mekke’nin bütün dünya Müslümanlarının kıblesine vatan olan bir şehir olduğunu ifade ederek Mekke’nin bir beldeye kutsiyet ifade edileceği şehirler arasında ilk sırada yer alacağına vurgu yaptı ve Mekke’nin Allah’ın emri ve işaretiyle bir peygamber eliyle kurulan bir şehir olduğunu belirterek, “Mekke, Kur’an ve sünnette ‘Allah’ın evi’ diye tavsif edilen mabede sahip şehirdir. Hz. Adem ile Havva’yı buluşturan beldedir. Hz. Peygamber’in talimatıyla ‘silah taşınması helal olmayan” bir emniyet ve güven şehridir. Hz. Peygamber oraya Deccal’ın da giremeyeceğini haber verir. Mekke, şanlı Peygamberin, kıyamete kadar savaş yapılmayacağı garantisini verdiği tek şehirdir.” dedi.

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize-4.jpg

İşte Prof. Dr. Kemal Sandıkçı’nın Mekke’nin Fethi programındaki konuşması: Mekke, bütün dünya Müslümanlarının kıblesine vatan olan şehirdir. Eğer herhangi bir beldeye bir kutsiyet izafet etmek gerekirse, hiç şüphesiz Mekke ilk sırayı alır. Her şeyden önce Allah’ın emri ve işaretiyle kurulan şehirdir. Bir peygamber eliyle kurulmuştur. Kur’an ve sünnette ‘Allah’ın evi’ diye tavsif edilen mabede sahip şehirdir. Hz. Adem ile Havva’yı buluşturan beldedir. Bir ülkede var olan mabetler ve diğer yapılar, genelde o ülkenin medeniliği ve gelişmişliğinin göstergesi kabul edilir. Bunu kabul edecek olursak, Mekke’nin aynı zamanda yeryüzü medeniyetinin temelini oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü Rabbimiz, yeryüzünde yapılan ilk mabedin Mekke’deki Kabe olduğunu söylemektedir. Böyle olunca Mekke’deki Kabe, yeryüzü medeniyetinin başlangıcını oluşturur.

Kur’an-ı Kerim, Kabe’nin Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapıldığını haber veriyor. Ancak ayette “yeryüzünde yapılan ilk bina” ifadesinin kullanılması, sanki onun daha önce de yapılmış olma ihtimalini akla getiriyor. Belki de yapılmış ama tarihin tahribatından yakasını kurtaramamış, yok olup gitmiş, sonra Hz. İbrahim tarafından yeniden yapılmıştır. Kabe’nin ilk defa Hz. Adem tarafından yine aynı yerde yapıldığına dair zayıf da olsa bazı rivayetlerin varlığı, bu kanaati teyid etmektedir. İbn Hişam, İbn Ebi hatim, ünlü müfessir Kurtubi, Buhari şarihleri İbn hacer ve Ayni, Kabe’nin ilk defa Hz. Adem tarafından yapıldığını ifade ederler. Sınra Nuh Tufanı bütün dünyayı silip süpürünce, Kabe de yok olmuş, bilahare Hz. İbrahim onu aynı yerde yeniden bina etmiştir.

Kabe dünyadaki bütün mabetlerin en kutsalıdır. Ziyaret edilmesi Allah tarafından emredilen dünyadaki tek mabettir. “Orada kılınan namaz, başka yerlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir.” Kabe, “kendisine karşı savaş için gelen orduların yere batırılacağı” Hz. Peygamber tarafından dile getirilen korunmuş ve kutsal bir mekandır. Buhari’de “Kabe hac yapılamaz hale gelmeden kıyamet kopmaz!” diye rivayet edilmektedir.

Yüce Allah O’nun hakkında “el-mescidu’l-haram” ifadesini kullanıyor. Haram kelimesi; son derece saygın anlamına geldiği gibi, yanında ne küçük bir saygısız davranışta bulunmanın caiz olmayan yer manasına da gelir. Buradan hareketle Mekke’ye de belde-i Haram denilmektedir.

Mekke ve etrafında kan dökmek, avlanmak, otları biçmek gibi fiiller haram kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu anlamda olmak üzere; “biz onlar için emin ve güvenli bir haremi mekan kılmadık mı?” ve “Allah bu beldeyi mukaddes kılmıştır.” buyrulur.

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize-5.jpg

Konuşmasında Hz. Peygamber’in “Şüphesiz ki Mekke’yi insanlar değil Allah mukaddes kılmıştır. Yüce Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün bu beldeyi mukaddes kılmıştır. Burası, Allah’ın mukaddes kılmasıyla kıyamet gününe kadar saygı değerdir. Binaenaleyh Allah!a ve ahiret gününe inanan bir insanın orada kan dökmesi, ağaç kesmesi helal değildir. Hayvanlarının ta’ciz edilip avlanması helal değildir.” şeklinde buyurduğunu anlatan Prof. Dr. Sandıkçı sözlerini “Mekke, Hz. Peygamber’in talimatıyla ‘silah taşınması helal olmayan’ bir emniyet ve güven yurdurdur. Hz. Peygamber oraya Deccal’ın da giremeyeceğini haber verir. Mekke, şanlı Peygamber’in, kıyamete kadar savaş yapılmayacağı garantisini verdiği yegane şehirdir.” şeklinde sürdürdükten sonra konuşmasına şu şekilde devam etti: Mekke, hadislerde “Cennet taşı” olduğu belirtilen Haceru’l-esved gibi mübarek bir taşı da bağrında bulundurmaktadır. Hz. Peygamber bu taşın “kıyamet gününde, gören iki gözü, konuşan bir dili olduğu halde kendisini istilam edenler için de şahit olarak dirilteceğini” söylemektedir.

Mekke, bütün şehre hayat veren ve şifa kaynağı olan zemzem suyuna da sahiptir. Hz. Peygamber, “zemzem gerçekten mübarektir” buyurur. Dünyanın her tarafından Müslümanlar, bir sürahi dahi olsalar o sudan evlerine götürmek için büyük bir heyecan ve gayret gösterirler.

Mekke, Peygamberler Peygamberi Muhammed Mustafa’ya vatan olmuş bir şehirdir. Dünyada hiçbir şehir, bu kadar kutsiyeti barındırmaz. Mekke bir yandan, efendimizin sevdası olan bir şehirdir. Aynı zamanda şanlı Peygamberin hasretidir, kalp sızısıdır. İçi yanarak, kalbi sızlayarak ayrılmak zorunda kaldığı bir vatandır. Şöyle buyurur: “Vallahi ey Mekke! Sen, Allah’ın en hayırlı ve Allah’a en sevgili olan beldesin! Sen ne güzel beldesin! Bana ne kadar da sevimli geliyorsun! Şayet milletim beni senden çıkarmış olmasaydı, asla senden başka bir yerde oturmazdım.” İşte kısaca Mekke budur. Bugün de bu kutlu şehrin fetih yıldönümünü kutluyoruz. Allah Resulünün hasretini dindirdiği vatanına fatih bir komutan olarak kavuştuğu günü kutluyoruz. Her şeylerini geride bırakarak kaçan muhacirlerin de hasretlerinin dindiği gündür.

Mekke’nin Fethi gecesindeki konuşmasında zaman zaman salonda duygulu anların yaşanmasına sebebiyet veren Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Mekke’nin Fethi’nin nasıl gerçekleştiğine de yer vererek Hz. Peygamberin Arap yarımadasında hakimiyetini tesis edebilmesi için mutlaka Mekke’yi ele geçirmesi gerektiğini bildiğini ve yere sağlam basabilmesinin ancak Mekke’nin Fethi ile mümkün olacağını söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü: hz. Peygamber bu hedefini de adım adım gerçekleştiriyordu. Hedefine ulaşmak için en çok dikkat ettiği husus, can kaybını asgari sınırda tutmaktı. Bunun için de önce Kureyş’in bütün can damarlarını kesmeye çalıştı. Hudeybiye Anlaşmasıyla da bunu gerçekleştirdi. Kureyşin dört tarafı artık Müslüman kabilelerle kuşatılmıştı. Ayrıca geçimlerini sağlamak için ticaret yapmak zorunda olan Mekkelilerin bütün ticaret yollarını da kesmişti. Neticede Kureyşliler, Hudeybiye Anlaşmasını da bozmuşlardı. Ebu Süfyan Medine’ye gelip Hz. Peygamber’den yardım istemek zorunda kalmış. Hz. Peygamber de 500 altın dinar yardım göndermişti. Artık Kureyş, Müslümanlara bağımlı hale gelmişti. İş bu aşamaya gelince Hz. Peygamber sefer hazırlıklarına başlıyor. Ancak niyetinin ne olduğunu en yakınlarından bile gizliyor. Hiç kimse O’nun nereye gideceğini bilmiyordu. Bu aşamada Hatip b. Ebi Beltea’nın Mekkelilere bir ihbar mektubu gönderdiğini biliyoruz. Bu mektup bir bilgiden ziyade yapılan hazırlıkların hedefinin Mekke olduğu tahminine dayanıyordu. Hatıb, Mekke’den hicret eden Müslümanlardandı. Ancak aslen Yemenli idi, Mekke’ye gelmiş, önce Benü Esed’in, sonra da Zübeyr b. Avvam’ın halifi olarak oraya yerleşmişti. Medine’ye hicret ettiğinde geride annesi, çocukları ve kardeşleri kalmıştı ve Mekke’de onları koruyacak bir yakını da yoktu. Hatıb, pek çok önemli hizmet görmüş biridir. Bedir Savaşı’na katılmış, Hz. Peygamber’in elçisi olarak Mısır’a gitmiş. Mukavkıs’ın hediye ettiği Mariye ve kızkardeşi Şirin ile Düldül adlı atı ve diğer hediyeleri alıp Resulullah (SAV)’a getirmişti. Daha sonra Hz. Ebu Bekir’in elçisi olarak da Mısır’a gitmiş ve onlarla sulh akdetmişti. Hicri 30’da vefat etmiş, cenazesini de Hz. Osman kıldırmıştı.

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize6.jpg

Hatıb, Hz. Peygamber’in, gizlice hazırlık yaptığını fark edince bunun Mekke için yapılmış olabileceğini düşünerek Kureyş’e haber vermiş, bununla da Mekke’deki yakınlarını korumayıhesap etmişti. İkrime b. Ebi Cehil, Safvan b. Ümeyye ve Süheyl b. Amr’a gönderdiği mektupta şunları yazmıştı: “Ey Kureyş’ Resulullah (SAV) size sel gibi bir ordu hazırlıyor, gece baskını gibi üzerinize çökecek. Vallahi O, tek başına bile gelse, Allah mutlaka O’nu size galip getirir. Çünkü Allah O’na vaat ettiğini verir. Binaenaleyh başınızın çaresine bakın.” Mektubu, Ümmü Sare adında azaldı bir cariye ile gönderiyor. Kadın Medine’den hareket edince, Cibril durumu Resulullah (SAV)’a haber vermiş, Hz. Peygamber de derhal olaya el koymuştu. Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdad’ı yola çıkarmış ve onlara “hak ravzasına gidin! Orada mahfe içinde bir kadın bulacaksınız; onda bir mektup var, mektubu alıp getirin!” buyurmuştu. Onlar da gidip mektubu almışlardı. Hz. Peygamber, Hatıbı çağırıp bunun hesabını sorunca Hatıp şöyle demişti:”Ey Allah’ın Rasulu! Vallahi ben, Allah ve Rasulu için nasihat ettim. Ben, mekke’de kimsesiz biriyim; ailem onların arasındadır. Onların başına bir hal gelmesinden korktum da Allah Rasulune zarar vermeyecek bu mektubu yazdım. Böylece belki aileme faydam olur diye  düşündüm. Senin yanındaki Muhacirlerin mekke’de akrabaları var; onların mekke’deki mallarını ve ailelerini koruyorlar. Ben de nesepten kaybettiğimi, mekke’deki yakınlarımı himaye edecek bir el bularak kazanmak istedim. Ben bunu asla küfürden, dinimden döndüğümden yapmadım.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Hatıb size doğruyu söyledi” buyurdu. Hz. Ömer; “Ey Allah’ın Rasulu; bırak da şu münafığın boynunu vurayım” dedi ise de Hz. Peygamber; “O Bedir Savaşına katıldı. Ne biliyorsun, belki Allah Bedir ehlinin durumuna muttali oldu da; ‘istediğinizi yapın, sizleri bağışladım’ buyurdu” dedi. Bu olay üzerine Allah; “Ey iman edenler! Benim de sizinde düşmanınız olan insanları dost edinmeyin!..” ayetini indirdi.

Hz. Peygamber’in gizlice gönderilen mektuptan haberdar olması ve kadını nerede bulacaklarını haber vermesi, hiç şüphesiz nübütten alametlerinden kabul edilen bir olay olduğunu konuşmasına ekleyen Sandıkçı, akıcı bir üslupla devam ettiği konuşmasında dinleyicilerin etkin olmasını ve konuşmasını dikkatle sonuna kadar takip etmelerini sağladı ve konuşmasına şöyle devam etti: Hz. Peygamber Hicri 8. yılın Ramazan Ayında, miladi 629 Aralık ayında oruçlu yola çıktı. Önce Mekke’ye doğru değil, müttefiki olan kabilelere doğru gitti. O kabileleri yanına alarak 10 bin kişilk bir kuvvetle Mekke önlerine kadar geldi. Arc mevkiine geldiklerinde Hz. Peygamber yolda yavrularını emziren bir köpek görüyor, kimsenin onlara zarar vermemesi için Cuayl b. Süraka’yı başına nöbetçi dikiyor. Yola devam ediyor, yatsı vakti mekke’ye yakın bir vadi olan Merru’z-Zehran’a geliyorlar. Müslümanların haşmetini göstermek ve Mekkeliler üzerinde psikolojik bir baskı yaratmak amacıyla herkesin ayrı ayrı ateş yakması emredildi. Böylece orada on bin ateş yaktılar. Gece karanlığında çölde onbinlerce ateşin yükselmesi, hiç şüphesiz Mekkelileri şoke etmiş, şaşkına çevirmişti. Tam o sırada Abbas, başta Ebu Süfyan olmak üzere mekke’nin üç liderini alıp Hz. Peygamber’e getirdi. Hz. Peygamber, onların hakim bir tepeye çıkarılıp Müslümanların eriştiği gücü görmesini sağlamıştı. Neticede maksat hasıl olmuş, artık Mekke liderleri de Müslüman olmuştu. Ebu Süfyan hemen Kabe’ye gidip Kureyşlileri topladı ve onlara Hz. Peygamberin verdiği hayat garantisini duyurdu: “Muhammed karşı konulamaz bir kuvvetle gelmektedir. Kim benim evime girerse emniyettedir! Kim kabe’ye sığınırsa emniyettedir! Kim hakim b. Hizam’ın evinde girerse emniyettedir. Kim evine gidip kapısını kapatırsa emniyettedir!” Ama Hz. Peygamber’e olan nefreti ve kini tükenmeyen karısı Hind, Ebu Süfyan’ın sakalına yapışıp “gebertin şu uğursuzu” diye haykırır. Mekke’nin hızlıları da şiddetle karşı koydular ve savaş hazırlıklarına başladılar.Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr, Mekkelileri Müslümanlarla savaşmaya tahrik ettiler. Diğer bazı kabilelerden de yardım aldılar. Savaşmak üzere de Mekke’nin alt tarafındaki handeme mevkiinde toplandılar. Bu sırada İslam ordusu da mekke’ye değişik noktalardan girmeye başlamıştı. Hz. Peygamber, Mekke’nin üst tarafındaki keda yolundan, süvari birliği komutanı Halid b. Velid ise güneyden alt tarafındaki Küda yolundan girdiler. Muhacirlerin komutanı Zübeyr b. Avam da Hacun mevkiine bayrak dikti. Sivari birliği komutanı Halid b. Velid, Handeme mevkiine geldiğinde, İkrime, Süheyl b. Amr ve Safvan b. Ümeyye’nin örgütlediği Kureyşlilerin direnişi ile karşılaşır. Kureyşliler, Benubekr ve Hüzeyl kabilesi ile Ehabiş’den topladıkları nsanlarla savaşa hazırlanmışlardı. Meydana gelen çarpışmada, Müslümanlardan 3 kişi, müşriklerden de 13 kişi hayatını kaybetti. Neticede Müslümanlar mekke’ye girdiler. Hz. Peygamber de Hacun’da kendisi için kurulan çadıra yerleşti. Sonra Bilal, Kabe’nin üzerine çıkıp öğle ezanını okudu. Mekkeliler, civar tepelerden Müslümanları gözetliyorlardı. Bilal’in Kabe’nin üstünde ezan okuduğunu duyan bazı azılı müşrikler; “İyi ki babam öldü de şu kara eşeğin Kabe’nin üzerinde anırmasını duymadı” diye homurdanıyorlardı.

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize-1.jpg

Fethin ikinci gününde Hz. Peygamber’in Mekke’nin eskiden olduğu gibi harem olduğunu söylediği ifadesinde bulunan Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, Hz. Peygamber’in Kabe etrafında toplanan Mekkelilere hitap ettiğini ve kendisinden ne beklediklerini sorduğunda Mekkelilerin sadece; “Sen kerim bir kardeşsin ve kerim bir kardeşin oğlusun” dediklerini Hz. Peygamber’in de “Bugün size hesap sorulmayacak! Hepiniz serbestsiniz!” şeklinde buyurarak insanlık tarihine geçecek emsalsiz bir alicenaplık gösterdiğini kaydederek her bir sözünde lezzeti ikram bulunan o müthiş eşsiz konuşmasına şöyle devam etti: Hz. Peygamber’in Kureyşlilere karşı bu yumuşak yaklaşımı Ensarı rahatsız ediyor; “O’na memleketine karşı bir arzu, kabilesine karşı da bir şefkat geldi” diye konuşuyorlar. Bunun üzerine vahiy geldi. Rasulullah (as); “Ey Ensar!” diye seslendi.
“Buyur, ey Allah’ın Rasulu!” dediler.
“ Sizler; ‘O’na memleketine karşı bir arzu geldi…’ mi dediniz?”
“Evet öyle.”
“hayır! Ben allah’ın kulu ve Rasulu Muhammed’im! Ben Allah’a ve size hicret ettim; hayatım sizin hayatınızla, ölümüm de sizin ölümünüzle beraberdir.”
Bunun üzerine Ensar ağlayarak yanına geldiler: “Vallahi biz o sözleri, sadece Allah ve Rasulunden ayrılmak istemediğimiz için söylemiştik.” Dediler. Rasulullah (as) da; “Allah ve rasulu de sizi tasdik ediyor ve mazeretinizi kabul ediyorlar” buyurdu.

Hz. Peygamber’in bu yumuşak davranışı, çok kısa sürede Mekke’nin havasını değiştirmiş ve akşama varmadan bütün ahali İslam’a girmişti. Önce erkekler sonra kadınlar bölük bölük gelip biat etmeye başladılar.

Hz. Ebu Bekir’in ihtiyar babası Ebu Kuhafe gelip Müslüman oldu. Hz. Peygamber’in amcasu azılı müşrik Ebu leheb’in iki oğlu Utbe ve Muattip de Müslüman olmuşlardı. Hz. Peygamber onların Müslüman olmasına çok sevindi, ellerini tutup Mültezem’e götürdü ve onlar için dua etti. Bu arada Ebu Süfyan’ın karısı Hind başta olmak üzere, Kureyş’in ileri gelenlerinin karıları da biat etmek üzere grup halinde Hz. Peygamber’e geldiler. Biat sırasında Hz. Peygamber Safa tepesinde oturuyordu. Ebu Süfyan’ın karısı Hind tanınmamak için yüzüne peçe takmış, kıyafet değiştirmişti. Çünkü öldürüleceğinden korkuyordu. Biat sırasında Hz. Peygamber’le Hind arasında ilginç bir diyalog gerçekleşti.

Hz. Peygamber; “Allah ve rasulune itaatsızlık yapmayacaksınız” deyince, yüzü peçeli olan Hindli;”Buraya Allah ve Rasulune karşı gelmek için gelmedik” dedi.
“Zina etmeyeceksiniz” deyince,
Hind, “Hür bir kadın bunu yapar mı?” karşılığını verdi.
“Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz” deyince de;
“Biz onları yetiştirdik, ama siz bedir’de öldürdünüz” dedi.
“Hırsızlık yapmayacaksınız” deyince,
Hind; “Hırsızlık kötü bir şey! Ama kocam cimri biridir; ihtiyaçlarımı karşılamak için kocamın parasından alabilir miyim?” diye sordu.
Bu konuşma üzerine Hz. Peygamber Hind’i tanıdı ve gülümseyerek; “Sen Hind’sin! Hoş geldin” dedi. Öldürüleceğini bekleyen Hind, Rasulullah’ın (as) bu son derece yumuşak tavrı karşısında heyecanlanır ve; “Vallahi dün, sen ve yanındakiler kadar zillete düçar olmasını istediğim hiç kimse yoktu dünyada. Bugün ise sen ve yanındakiler kadar izzet ve şerefe ermelerini istediğim kimse yok! Dün sen ve yanındakiler kadar kin duyduğum kimse yoktu, bugün ise sen ve yanındakiler kadar sevdiğim kimse yok! dedi. Sonra Hind evine gitti; “Sizin yüzünüzden bunlar başımıza geldi, size inandık da aldandık” diyerek evdeki putları parçaladı. Sonra da iki körpe oğlak kızartıp Hz. Peygamber’e gönderdi, koyunları az olduğu için kuzu kızartamadığından özür diledi. Hz. Peygamber de ona bereketle dua etti. Kısa süre sonra da sürüleri dolup taştı.

mekkenin-fethi-programi-rize.jpg

mekkenin-fethi-programi-rize-1.20130101100205.jpg

İlan edilen umumi af üzerine kısa zamanda Mekke’nin hemem hemen tamamen İslam’a girmiş olduğunu ve gerek Kabe’de gerek evlerde gerekse diğer umumi yerlerde dikilen putların parçalanıp yok edildikleri izahında bulunan Sandıkçı, “Bugün bir trafik kazasında kaybettiğimiz insan sayısı kadar bir kayıpla kutsal Mekke fethedilmişti.” dediği gönüllere huzur veren, dinledikçe insanın dinleyisi geliyor sözünü bir kez daha akıllarımıza getiren doyumsuz konuşmasına şöyle devam etti:Mekke fethinde her ne kadar umumi af ilan edilmişse de, Hz. Peygamber’in çeşitli vesilelerle; kabe örtüsüne sarılsalar bile öldürün!” talimatı verdiği kişiler de vardı. Bunlar İslam’a ve Hz. Peygamber’e aşırı kötülük edenler, insanların İslam’a girmesine engel olanlar ve özellikle sürekli hicivler yazarak sözle Hz. Peygamber’e hakaretlerde bulunanlardı. Benim tespit edebildiğim kadarıyla bunlar 16 kişiydi. Ancak bunlardan sadece 5’i öldürüldü, diğerleri ise af dilediler ve bağışlandılar.

Öldürülen 5 kişiden biri İbn Hatal idi. Bu adam önce Müslüman olup medine’ye hicret etmiş, Hz. Peygamber onu zekat tahsildarı olarak görevlendirimişti. Yanında da Huzaa’dan Müslüman bir kölesi vardı. Yolda kölesine kızdı, onu döve döve öldürdü, sonra korkup irtidad etti. Topladığı malları da alıp mekke’ye kaçtı. Fetih yılında Ebu Berze el-Eslemi, onu kabe örtüsüne sarılmış olduğu halde yaklayıp Rükn ile Makam arasında öldürdü.

İkincisi Mikyes b. Subabe’dir. Bu adam da önce Müslüman’dı. Kardeşi Haşim b. Subabe de Müslüman olmuş, Müreysi gazasına katılmıştı. Ama Evs b. Sabit, Haşim’i müşrik sanarak yanlışlıkla öldürmüştü. Bu yanlışlık üzerine Mikyes’e kardeşinin diyeti ödenmişti. Ama Mikyes yine de kardeşini öldüreni öldürmüş sonra da korkudan mekke’ye kaçmış irtidad etmişti. Mekke’nin Fetih Günü, amcasının oğlu Nümeyle b. Abdullah el-Kinani tarafından öldürüldü.

Üçüncüsü Huveyris b. Nukayd idi. Mekke’de hz. Peygambere eziyet eden, çok ağır hakaretler yapan ve aleyhte hicivler okuyan biriydi. Hz. Fatıma ile Ümmü Gülsüm’ü hicretsırasında vurup yere düşürmüştü. Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürüldü.

Dördüncüsü Haris b. Talatıl idi. Bu da mekke’de Hz. Peygambere hakaret eder, sürekli O’nu alaya alırdı. Hatta hakkında “Seni alaya alanlara biz kafiyi<” ayetinin nazil olduğu kişilerden biriydi. Hz. Ali tarafından öldürüldü.

Beşincisi de İbn Hatal’ın muganniyesi kureybe adında bir kadındır. Hz. Peygamber’in aleyhine yazılan hicivleri şarkı şeklinde okuyarak tahrik ederdi. Bu da fetih sırasında öldürüldü.

Sonra Rasulullah Kabe’ye gitti. Haceru’l-Esved’in yanına varıp O’nu selamladı peşinden de Kabe’yi tavaf etti. Sonra Kabe’nin yanında dikilen bir putun yanına gitti. Elinde bulunan bir yayın sivri tarafını putun gözüne dürtüyor ve o esnada da; “hak geldi, batıl yok oldu” diyordu. Tavafı bitirince Safa Tepesine geldi. Tepe’nin üstüne çıktı ve oradan Kabe’ye baktı. Sonra ellerini kaldırarak allah’a hamd etmeye ve dilediği duayı yapmaya başladı. İşte Mekke’nin fethi bu minval üzerine gerçekleşti.

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize-2.jpg

Kanaatince Mekke’nin fethini tek başına düşünmenin doğru olmayacağını ve “ben bunun bir proje olduğunu, üç ayaklı bir sacayağının son ayağı olduğunu düşünüyorum” sözlerini sarfeden Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, Anzer Balı tadındaki fetih coşkusunu yaşattığı konuşmasında “Bu sacayağının ilk ayağı Hicret olayıdır. Allah ve Peygamber’i, nerede olursa olsun Müslüman olan bir insanın Medine’ye, Hz. Peygamber’in yanına hicret etmesini farz kılmıştı, Bu o derece önemli bir farz idi ki Yüce Mevla şöyle buyurmuştu ‘… hicret edinceye kadar onları dost edinmeyin!”, “İman ettikleri halde hicret etmeyenler, hicret edinceye kadar sizin için onlara dostluk namına bir şey yoktur!”ifadelerine yer vererek “Mekke fethine kadar hicretin farz kılınmasının sebebi şudur: Medine’de bir güç birliği oluşturulmasına ihtiyaç vardı. Bu da Müslümanların bir ve bütün olmalarını, yek vücut olmalarını gerektiriyordu. Kanaatimce Müslümanlar bu hicret gerçeğini ve hicretin amacını bugün de çok düşünmek zorundadırlar.” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: Müşriklerin uyguladıkları baskı ve zulüm, Müslümanların başka bir yerde toplanıp bir güç merkezi oluşturmalarına ve neticede de devlet düzenine geçmelerine yol açmıştır. Şüphesiz her şey Yüce allah’ın takdiri iledir; ama o baskı ve zulmün, neticede İslam Devletine zemin hazırladığı da bir vakıadır. İşte hicret, İslam Devleti’nin kuruluşunu sağladığı için çok önemli bir hadisedir. İlk dönemlerde Müslüman olan herkesin Medine’ye hicret etmesinin farz kılınması da, bu devletleşme ve merkezi bir güç oluşturma sürecine büyük hız kazandırmıştır.

Müslümanlar, hicretle Medine’de siyasi bir güce, bir merkeze ve bir Devlet’e kavuşmuşlardır. Hz. Peygamber’in medine’ye gittiğinde yaptığı ilk önemli iş, Müslümanlar arasında kardeşlik sağlamak ise, en az bunun kadar önemli bir iş de medine’de yaşayan Müslümanlar, müşrikler ve ahudiler arasında “Medine Vesikası” diye bilinen yazılı bir anayasa hazırlamasıdır. Şüphesiz ki bu, devletleşme sürecinin en önemli belgesidir.

Rasulullah (as) bir yandan civardaki kabilelerle ittifaklar, saldırmazlık ve yardımlaşma anlaşmaları akdederken, diğer yandan da İslam’ı kabul edenlerin biatlarını “hicret” şartı ile kabul ediyordu. Böylece orada bir güç ve kuvvet unsuru sağlanmaya çalışılıyordu. Sonra da ordusu, okulu, vergi düzeni ve istihbaratı ,le devletin bütün önemli kurumlarını tesis ediyor.

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize.20130101100335.jpg

Hicretin bir anlamı da; her türlü baskı ve zulme karşı direnmek, her şeye rağmen yine de mücadeleyi sürdürmek, asla teslim olmamak, zayıflık ve güçsüzlük bahanesiyle her şeye rıza göstermemektir. Müslümanlar mekke’de meşru müdafayı bile terk edip dinlerini yaşamak istemişler, ama buna bile izin verilmemişti. Yine de “madem ki şartlar bunu gerektiriyor, ne yapalım, kabul!” dememişler, düşüncelerini özgürce ifade edebilecekleri ve inançlarının gereğini yerine getirebilecekleri çareler aramışlardı. İşte hicret bu çarenin adıdır. Bu durumda hicret bir kaçış değil, bir çıkış yolu ve bir çaredir. Hicret, hiç şüphesiz İslam’ın bir dünya dini olduğunu da göstermektedir. Kainatın Rabbi bu yüce dini insanlara, sadece kalplerin dar kalıpları arasında kalsın veya mabetlerin kalın duvarları arasında mahpus yaşasın diye göndermemiştir. İşte hicret, İslam’ın bunun için gönderildiğinin delilidir.

Sancağın ikinci ayağının Hudeybiye Anlaşması olduğunu dile getiren Sandıkçı, “Hz. Peygamber Hudeybiye seferine hicretin altıncı yılı, Zilkade ayında umre yapmak üzere yaklaşık bin 500 ashabı ile medine’den yola çıkmıştı.

Bilindiği üzere Kureyş, onların Mekke’ye girmelerine izin vermemişti. Uzun görüşmelerden sonra Müslümanlar umre yapamadan dönemk zorunda kalmışlardı. İşte orada, Müslümanların hiç de hoşuna gitmeyen bir anlaşma yapılmıştı. Ama neticede bu anlaşma tam bir feti olarak gerçekleşmişti.” dedi ve sözlerine; “Tarihçiler Hudeybiye antlaşmasının tam anlamıyla bir fetih olduğu kanaatindedir. Her ne kadar başlangıçta Müslümanlar bu antlaşmadan hiç memnun kalmamışlarsa da, neticesi bütünüyle Müslümanların lehine olmuştur. Bin küsür kişilk bir kafile ile bu seyahate çıkan Hz. Peygamber, iki yıl sonra Mekke fethine 10 bin kişilik bir kuvvetle katılmıştı. Veda haccına katılan Müslümanların sayısı da 100 bin kişiyi geçmişti. Görüldüğü üzere Hudeybiye, neticesi itibariyle tam anlamıyla bir fetihtir. Bu durum, Hz. Peygamber’in yaptıklarının isabetini ve O’nun emrine muhalefet edenlerin ne kadar hatalı olduklarını da göstermektedir.” şeklinde devam ederek konuşmasını şu şekilde sürdürdü: İki sene içinde o zamana kadar Müslüman olanlardan en az on kat fazlası İslam’a girmişti. Hudeybiye sulhu, İslam’ın başarısı için barışın ne kadar önemli olduğunu da göstermiştir. Bütün başarılar, hep ondan sonra gelmiştir.Çünkü barışta silahın değil, aklın ve mantığın hakimiyeti söz konusudur. Bu konuda ise İslam ile yarışabilecek ne bir din, ne de bir düşünce akımı olabilir!

Hz. Peygamber Hudeybiye anlaşmasıyla Kureyşin kabileler arası bağlarını kesti, Mekke’nin kuzeyinde, güneyinde ve batısında hep Müslüman kabileler iskan etmekteydi. Kuzeydeki Hayner bölgesi de Müslümanların eline geçmişti. Sonra hayatları ticarete bağlı olan Mekke’nin ticaret yollarını da kontrol altına lamıştı. Gerek Suriye ve Mısır’a varan ticaret yollarını, gerek Necid üzerinden ırak’a giden yolları kontrol altına almıştı. Kureyşlilerin hububat ambarı mesabesinde olan Yemame’yi de kontrol altına alınca, Mekke’de kıtlık baş gösterdi. Hatta bir seferinde Hz. Peygamber mahrumiyet içinde kaln mekke’nin fakirlerine 500 altın dinar tutarında bir yardım göndermişti. Böylece Mekke tam bir kıskaca alınmıştı. Halkın karşı koyma gücü hemen hemen kalmamıştı. Artık Mekke’yi ele geçirmenin zamanı gelmişti. Üstelik Mekkeliler Hudeybiye antlaşmasını da bozmuşlardı. Her ne kadar Ebu Süfyan, tekrar antlaşma yapabilmek için Medine’ye gelmiş, hayli uğraşmış idiyse de başarılı olamamıştı.

Artık sıranın sacayağının üçüncü ayağına geldiğini konuşmasının son bölümünde aktaran Prof. Dr. Sandıkçı, Rize’de yetişen ve dünyanın en verimli balı olarak kabul edilen Anzer Balı tadındaki konuşmasını üçüncü ayak da Mekke’nin fethi olduğunu ifade ederek bunun da gerçekleştiğini ve sacayağının ayaklarını birleştirince ortaya çıkan gerçeği şu şekilde ifade ederek konuşmasını sonlandırırken program da Sandıkçı’nın eşsiz anlatımındaki bu konuşmanın ardından sona erdi. İşte Sandıkçı’nın konuşmasının son bölümü: İslam bir dünya dinidir. İslam bir devlet dinidir. İslam sadece camilerin kalın duvarlar arasında kalmayıp rıza göstermeyen bir dindir. İslam, Allah’ı sadece gökler krallığına oturtmakla kalmayan, O’nun hakimiyetini yeryüzüne indiren dindir. İslam,insanların bütün dünya hayatlarını tanzim için gönderilen bir dindir. Sadece kalplerin dar kalıpları içinde yaşamayı kabul etmez. Yüce Allah, İslam’ı, insanların ahiret hayatlarını tanzim için göndermemiştir. Hz. Muhammed de ahiret hayatını tanzim için gelmemiştir. Yüce kitabımız da bizim ahiret hayatımızın tanzimi için gönderilmemiştir. Peygamber, din, kitap hepsi bizim dünya hayatımızın tanzimi için vardır. Zira ahirette ne peygamberlik vardır, ne de başka bir sorumluluk!..

İsmail Kahraman Kültür Merkezi'nde düzenlenen programa Anadolu Gençlik Derneği (AGD) Rize Şubesi Başkanı Fahri Alkan, AGD Bölge Başkanı Adil Malkoç, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Rektör Yardımcısı İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Karamustafa, RTEÜ İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç.Dr. Hüseyin Karaman, RTEÜ İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi Sekreteri Mustafa Çakır, Rize İl Müftü Yardımcısı Rüstem Can, Müftü Yusuf Karali Eğitim Merkezi Müdürü Mehmet Bilgin, Saadet Partisi (SP) Rize İl Başkanı Hasan Uzun, SP İl Başkan Yardımcısı Mustafa Azder, SP Rize İl Basın Müşaviri Ramazan Bursa, SP Rize Merkez İlçe Başkanı İbrahim Araboğlu ve yüzlerce vatandaş katıldı.

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize-3.jpg

kemal-sandikci-mekkenin-fethi-programi-rize-7.jpg

İLGİLİ HABERİMİZ

Rize'de Mekke'nin Fethi'ne Yoğun İlgi