Asker ve hukuk devleti

Asker ve hukuk devleti

Bendeniz, bu sütunda ve başka yerlerde Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında sivil-asker ilişkilerinin anormal kurumsal ve fiili yapısının geldiğini yazmaktan sıkıldım.

Aslında, hukuk devleti yapılanması normalleşmeden ne iktisat meselesini ne de eğitim sorununu kalıcı olarak geride bırakamayacağımız için belki bir süre daha, bu konu bıkkınlık bile getirse, sivil-asker ilişkileri üzerine yazmayı maalesef sürdüreceğiz.

Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Sayın Metin Gürak, Cuma günü yapılan basını bilgilendirme toplantısında kürtçe konusunda askerin resmi görüşlerini duyuruyor.

Gürak Paşa konuşmasında mealen şunları söylüyor: ‘Üniter devlet, ulus devlet yapısına zarar vermeyecek bazı tedbirleri de göz önüne almak kaydıyla devlet bazı açılımlar yapabilir’.

Ahmet Türk’ün TBMM grup toplantısında ‘dünya anadil günü’ vesilesiyle kürtçe yaptığı kısa bir konuşma hakkında da Gürak Paşa şöyle bir değerlendirme yapıyor: ‘Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, herkesin yasalara göre hareket etmesi gerekir. Hukuk dışı eylemler karşısında yargının harekete geçmesi doğaldır.’

Dünkü (28 Şubat) Milliyet gazetesinde Sayın Fikret Bila da köşesinde konuya ilişkin yorum yapıyor ve Gürak Paşa’nın, Ahmet Türk’ün TBMM grup toplantısı konuşması (olumsuz) ve TRT’nin kürtçe yayını hakkındaki değerlendirmelerinin (olumlu) Genelkurmay’ın çizdiği sınırları göstermesi açısından çok önemli olduğunu belirtiyor.

İşte size Gürak Paşa’nın Genelkurmay adına yaptığı açıklamaların çok kısa bir özeti ve bu açıklama konusunda ülkenin çok önemli ve köklü bir gazetesinin önemli bir yazarının yaptığı değerlendirme.

Bu yazıları ilk okuduğunuzda, bu topraklarda yetişmiş birisi iseniz, bu ifadeleri son derece sıradan karşılayabilirsiniz.

Ama yaşadıklarınız size birazcık da olsa eleştirel bakmayı öğretmiş ise karşınızdaki manzaranın öyle sıradan bir manzara olmadığını, bir hukuk devleti, AB müzakere sürecinde bir ülke için kabul edilmesi olanaksız bir manzara olduğunu görürsünüz.

Paşa’nın konuşmasının ve Fikret Bila’nın yorumunun 28 Şubat kepazeliğinin yıl dönümüne rastlaması da konunun başka ilginç bir yanı.

Türkiye’yi 21. yüzyılda gelişmiş, demokratik, özgür ve zengin batı ülkeleri arasında görmek isteyen birisi olarak en önemli itirazım daima kamusal alanda ‘bize özgü bir yapı’ saçmalığına olmuştur.

Yukarıdaki ifadeler ve gazete yorumu da doğrusu çağdaş batı ülkelerinde eşine, emsaline rastlanamayacak türden garipliklerdir.

Bir siyasetçinin, bir milletvekilinin yaptığı bir konuşma, Hükümetin TRT üzerinden yaptığı bir yayın askerin resmi, kurumsal ilgi alanı değildir, olamaz, olmamalıdır; olursa, Türkiye bir muz cumhuriyeti görüntüsü alır.

Bir hukuk devletinde askerin aldığı bütçe ödeneği karşılığında üretmesi gereken güvenlik hizmetinin tanımı bellidir ve TRT yayınlarının niteliği, dili, bir milletvekilinin konuşması bu tanım içine girmez.

Demokratik bir hukuk devletinde TBMM’nin ve siyasi otoritenin hareket alanının ne olacağı konusunda askerin yorum hakkı yoktur; Gürak Paşa’nın konulara ilişkin şahsi fikirleri doğal olarak vardır ama kimse de bunları merak etmez, resmi basın bilgilendirme toplantısında da yurttaşın duymak istediği konu olsa olsa savunma detaylarına ilişkin konulardır.

Genelkurmay’ın bu konularda sınır çizme yetkisi hiç ama hiç yoktur; bu sınırları hukuk, anayasa, uluslararası sözleşmeler çizer.

Türkiye’nin önemli bir gazetesinin, Milliyet’in, önemli bir gazetecisinin, Fikret Bila’nın bu konuşmaları Genelkurmay’ın çizdiği sınırları göstermesi açısından önemli bulması da ayrı bir demokrasi ve hukuk ayıbıdır.

Bu ilişkiler ‘gerçekçi’ bulunabilir ama çağdaşlık demek ilkel gerçekçilikten hukuka yönelme demektir.

Gürak Paşa hukuk dışı eylemler için yargıyı göreve çağırıyorsa, bir zahmet 27 Nisan muhtırası (özellikle korkunç, hukuk dışı son satırlar) için de aynı şeyi yapmalıdır; askerlik, kurmaylık biraz da tutarlılık demektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi