Bu Tayyip ne kadar ballı
Geçen Cuma akşamı bir lokantadayım. Kasanın yanında, göbekli ve gür sesle konuştuğu için patron olduğu havasına kapıldığım bir şahıs televizyondan haberleri izlerken söyleniyordu: Yahu bu Tayyip de ne kadar ballı...
Merak edip göz ucuyla ekrana baktım. Başbakanın Davos çıkışıyla ilgili değerlendirmeler yapılıyor, seçime etkisi konuşuluyor.
Yanılsama da olsa bu ifadenin toplumda ne kadar yaygın bir kanaate dönüştüğüne tanık olanlardanım. Çok kişinin Vesselam çok şanslı bir adam bu Tayyip, Anası onu Kadir Gecesinde doğurmuş türünden benzer cümleler kurduğunu hep gördüm.
Neden şanslı? diye sorduğunuzda tek tek sıralanır:
-Abi görmedin mi, adam belediye başkanı oldu, İstanbulu sel bastı.
-28 Şubat oldu, Refah Partisi kapatıldı, önü açıldı.
-En büyük şansı Deniz Baykal ile Devlet Bahçeli.
-Tam seçime doğru asker 27 Nisanda bildiri yayınladı, düşen oyları yüzde 47ye fırladı.
-Yine seçim var 29 Martta, Davos çıktı ortaya.
Samimi olmak gerekirse, kimi zaman benzeri yanılsamalara kapıldığım olmuştur. Daha geniş bir perspektiften ve derinlemesine olayları irdelediğinizde, onun da ötesinde hayatın basit tesadüfler halkasının birbirine eklemlenmesiyle örülmediği gerçeğini hatırladığınızda, şans iddiasının başı kuma gömmekle eş anlamlı olduğunu görürsünüz.
Zaten bir siyasetçiyi lider yapan da olağanüstü anlarda verdiği kritik kararlardır. Önemli olan doğru yerde, doğru zamanda, doğru adımı atmaktır.
Sözgelimi, Turgut Özalı Çankayaya taşıyan kritik karar, 1987de siyasi yasaklarla ilgili referandum sandıklarının açılmasına 5 dakika kala erken seçim kararını açıklamasıdır. O kararla, yeniden tek başına iktidara geldiği gibi cumhurbaşkanı seçilebilecek çoğunluğa kavuştu.
Tarihi başa sarsaydık
Gelin yakın tarihi geriye sarıp şu sorulara birlikte cevap bulalım:
-Erbakan, 28 Şubattaki oyunu iyi okuyup Milli Güvenlik Kurulunu terk ederek sine-i millete dönse, Susurluk için (hangi saiklerle olursa olsun) fasa fiso demeden daha kararlı şekilde üzerine gitseydi, tarih nasıl yazılırdı?
-Erbakan, sadece etrafındaki ak saçlılara güvenmese, toplumsal dinamikleri iyi analiz etse ve çağa uygun bir halefle yola devam etseydi bugünkü manzara nasıl olurdu?
-Ecevit, başbakanlıkta jübile yapsa, DSP, daha geniş anlamda sol siyaset, bugün yelpazenin ne kadarını kaplardı?
-İstanbul Üniversitesindeki o meşhur çıkışıyla karizma yapan Erkan Mumcu, siyasete AK Partide devam etmeyip ANAPta kalarak mücadelesini sürdürse ya da 367 sürecinde paşa talimatıyla geri adım atmasa, bugün siyasi hayatımızın neresinde olurdu?
-Turgut Özalın yüzde 45den yüzde 21.75e indirdiği ortamda ANAPı alıp üç ay sonra girdiği ilk seçimde oyları yüzde 24e çıkartarak büyük sükse yapan Mesut Yılmaz, iktidar oyununu devlet yerine milletle kursaydı bugün tek başına kalır mıydı?
-Tansu Çiller, siyasetteki en büyük baş ağrısı Özer Çilleri bir şekilde tasfiye etse ve siyasette yeni bir sayfa açsaydı bugün ABDye gitmek zorunda kalır mıydı?
-Deniz Baykal, yağmura göre tarlasını değiştirmese ve hizip lideri gibi olmasa, şimdiye çoktan başbakanlık koltuğuyla halvet olmaz mıydı?
O halde şans mı?
Günümüze dönecek olursak...
AK Partiye yüzde 47yi getirten rüzgar 27 Nisan bildirisi değil, o bildiriye kıta dur denilen 28 Nisan direncidir.
Davos rüzgarına yol açan, Perez ve Ermeni kökenli gazeteci İgnatiusun küstahlığı değil, bu küstahlığa indirilen tokattır.
Yani, pası gole çevirmektir asıl maharet...
O gollük paslar, diğer siyasetçilerin ayağına da çok geldi. Çoğu kez ya topa vuramadılar, ya kale direğini nişan aldılar, ya dışarıya attılar, ya da ceza sahası içinde düşerek yanıltmaya çalıştıkları hakemden (millet) penaltı kararı beklediler.