Yaşasın demokrasi
Demokrasinin ne muhteşem bir şey olduğunu yaşayarak görüyoruz.
Dünyanın herhalde başka hiçbir siyasal sistemi toplumsal taleplerin hayata geçmesinde bu kadar etkin değil, olamaz.
Ama bu süreçte de bir milad tanımlamak lazım, o milad da Pandoranın kutusunun açıldığı AB süreci.
AB süreci öncesi ile AB süreci sonrasında demokrasinin toplumsal talepleri hayata geçirmesinde çok önemli bir fark mevcut.
AB süreci öncesi demokrasi, toplumsal taleplerin sadece bütçeyi, Hazine mülkiyetini ilgilendiren bölümlerinin yaşama geçmesine katkı yapıyordu.
1999 öncesi demokrasi, geniş kitleler için daha yüksek tarım taban fiyatları, Hazine arazilerinin dağıtımı, KİTlerde seçici istihdam, yüksek katsayı falan anlamına geldi.
Demokrasi bu tarihlerde kimlik taleplerine, ifade özgürlüğüne, anadilin özgürce kullanımına hiç ama hiç yansımadı.
Yurttaşın kimlik, hukuk devleti taleplerini yerine getirmeyen/getiremeyen kabuk devlet bütçe olanaklarını kullanarak bir anlamda vatandaşına rüşvet verdi.
Bu tarihler daha henüz Kopenhag kriterlerinin formüle edilmediği, edildikten sonra da bizlerin yaşamına pek yansımadığı tarihler ve Türkiyenin sözde elitleri, ulusalcı sözde modernleri Avrupa projesinin arkasında, yanında durdular ya da durur gibi yaptılar.
90lı yılların sonundan itibaren durum radikal olarak değişti.
Kopehnag kriterleri demokrasi ön koşulu olarak Türkiyede de ses verir oldu, hatta bir anlamda bağlayıcı hale geldi.
2001 krizi ve AB süreci ise bütçe disiplinsizliklerine bir set vurdu ve artık kabuk devlet vatandaşın demokrasi talebini bütçe kaynakları ile dizginleyemez hale geldi.
Bundan sonra Türkiyede demokratik yarış çok büyük ölçüde bütçe kaynaklarıyla değil yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini genişletme üzerinden olacak ve çok da iyi olacak.
Artık, Süleyman Demirelin kim ne verirse ben beş bin lira daha fazla veririm diyebileceği bir Türkiyede yaşamıyoruz.
Süleyman Beyin ben dediğinin bütçe yani tüm yurttaşların vergisi olduğunu da hatırlatalım.
Son dönemlerde, doğrudur, bütçe kaynaklarıyla kömür dağıtımı işi ayyuka çıkmıştır ama unutmayalım ki bir ülkede de yurttaşların ısınmak için kömüre ihtiyacı varsa, hatta oylarının yönünü kömür almak için değiştirdikleri iddiası varsa, bu meseleyi de ciddiye almak gerekmektedir.
Yine doğrudur, bir iktidarın yedinci senesinde ısınmak için bedava kömüre ihtiyaç duyan insan sayısı bu kadar fazlaysa, bu durum siyasal iktidarın başarısızlık hanesine de yazılabilir ama bu gerçek karşısında insanlara ısınmaları için kömür dağıtmak da Anayasanın ikinci maddesinde ifadesini bulan sosyal devlet kavramının ası, bsidir herhalde.
Son aylarda AK Partinin Alevi açılımı, TRT Şeş üzerinden Kürt açılımı, Nazım Hikmetin seneler sonra vatandaşlığa yeniden kabulü, Sayın Çetin Altanın kişiliğinde kristalize olan kavramlara gösterilen olağanüstü saygı meselelere çok miyop bakanlar tarafından seçim yatırımı diye adlandırılabilir ama demokrasi ve demokrasinin fazileti de zaten tam da budur.
Demokrasinin faziletleri CHPnin yapay ve komik de olsa yurttaşlara daha insani yaklaşmaya çabalamasına neden olabiliyorsa, buna sadece sevinmek gerekir.
Sözde elitler, sözde modernler de demokrasinin ve AB sürecinin toplumsal taleplerin yaşama geçmeye başlamasıyla beraber nedense başımıza anti-ABci kesildiler.
Yaşasın demokrasi ve AB süreci.