Abdulkadir İPEKOĞLU

Abdulkadir İPEKOĞLU

DEVLET ADAMLIĞI DERSLERİ ve RİCALLERİMİZ!..

DEVLET ADAMLIĞI DERSLERİ ve RİCALLERİMİZ!..

Yüreği vatan-millet ve bayrak aşkıyla dopdolu şanlı bir ecdadın torunları olarak şu güzelim ülkemizi muasır medeniyet seviyesinin üzerine taşımak isteyen ve Atatürk’ün rozetini yakasına takıp, sözde Atatürkçülükle bir yere varılacağını iddia edip, Atamızın hayat yolunu bilmeyen kuş beyinli ricallerimize aşağıdaki tarihi vakıayı arz etmekle inanıyorum ki, geleceğimizin teminatı sevgili gençlerimiz,  şanlı ecdatlarına ve atasına lâyık iyi bir evlat olacaklardır..

Tam tarafsız gözle işte ATATÜRK ve işte onun yolunda olduğunu sürekli iddia edip bugüne kadar bu toplumun önünde gidip, milletini aşağılayan, bu asil insanları peşinden sürükleyip giden ricallerimizi siz değerlendirin!.. Bu ruh yapısı içinde olup, halen yakalarına rozet takmakla kendilerini Atatürkçü olarak niteleyen kişileri de halkımız çok iyi tanıyor artık!.

Evet, Atatürk'ün baş yaveri Salih Bozok anlatıyor. Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk gecesinin tarif edilemez sevincini yaşıyordu. İzmir’deki yeni evinde Mustafa Kemal Pasa ilk gecesini çalışarak geçirdi. Kendisi için zengin bir sofra hazırlandığı halde hiçbir yemeğe dokunmadan ufak tefek ile karnini doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı. Ertesi sabah erkenden uyanmıştık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik ve doğruca Vali'nin odasına girdik. Vali, İngiliz Konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince Vali ayağa kalktı ve Konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos, iyi Türkçe biliyordu. Paşa Vali'ye sordu:

-Konu nedir?.. Vali anlattı:

-Sayın Konsolos, İngiliz tabasından olan vatandaşlar ile Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkların güven altında bulunduklarını belirtir bir "güvence" istiyorlar. Ben kendilerine herkesin eşit bicimde güven altında olduklarını bildirdim. Mustafa Kemal Pasa, Konsolos'un Türkçe bildiğini biliyordu, öyle olduğu halde öfkesini belirtmek için sordu:

- Ee, peki daha ne istiyormuş? Bu soruya Konsolos Türkçe cevap verdi.

-Tebamiz hakkında hükümetinizden yazılı teminat istiyorum! Konsolos garip bir bicimde diklenmisti. . Paşa’nın sesi havada kırbaç gibi sakladı:

-Yunanlılar zamanında kendi tabanızı daha emniyette mi görüyordunuz? Konsolos gerisinde İngiliz devletinin bulunduğunu belli eden bir kasılma ile: -Evet, dedi. Yunanlılar burada iken tabamızı emniyette görüyorduk.

—Öyleyse buyurun tabanızla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim! Konsolos kendisinden umulmayacak bir cesaret gösterdi: -Yani majestelerimin hükümetine savaş mı acıyorsunuz? Mustafa Kemal iyice öfkelenmişti fakat öfkesini tuttu ve

Konsolos'a:
-Siz kiminle ve ne konustugunuzu biliyor musunuz? Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanıyım. Savaş açmaya, barış yapmaya hakkim var. Siz kimsiniz!.. Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüselim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz efendim!.. O kasım kasım kasılan Konsolos, Mustafa Kemal Paşa’nın son cümlesi üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan cıktı gitti. Mustafa Kemal Pasa arkasından bir sure baktıktan sonra Vali'ye dondu:
 
-Yüz vermeyin Vali Bey! Bunlar karsılarında hala Babaili Hükümeti var sanıyorlar. Bir zırhlısı önünde pusacak, bir blöfü önünde yelkenleri suya indirecek "devletçik" sanıyorlar bizi! Küstahlığın derecesine bakin, bana "Savaş mı acıyorsunuz?" diye soruyor, barut kokan bir odada sorduğuna bak! Savaş halinde değil miyiz sanki! Kollarinda ve omuzlarındaki işaretlerden amiral rütbesinde olduğu anlaşılan İngiliz Donanması Komutanı, Hükümet Konağı’nın kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa’nın odasına doğruldu. Nazik, fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref önüne çıkıp ne istediğini sorunca:

-Başkomutan Mustafa Kemal Pasa ile görüşmek istiyorum! Dedi. .Birlikte odaya girdiler kapı kapandı. Amiral önce:

-Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale’deki basarînizi rastlantıya borçlu olmadığınız, kanıtlanmış oldu. Büyük bir askerle tanisdigim için memnunum. Amiral bir süre sonra konuya girmiş:

-Ülkenin kontrolünüz altında bulunan bölümünde bizim Tebamiz ve sizin azınlıklarınızdan Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güven de midirler?

—Hiç kuskunuz olmasın Amiral! Türkiye’deki bütün insanlar gibi tabanız ve sözünü ettiğiniz azınlıklar da TBMM Hükümeti’nin eşit koruması altındadır. Suç islemeyenler, kendilerini bu memlekette benim kadar güvende sayabilirler.

—Suç isleyenler Sayın Amiral, dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de adaletin huzuruna çıkarlar... Suçlu iseler, cezalarını elbette çekeceklerdir...

—Fakat Pasa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumların bazıları, şımarıklıklar yapmış olabilir. Buğun bu insanlar yerli halkın düşmanlığı ile yuzyuzedirler. Ermeniler için de başka acıdan ayni şeyleri söyleyebilirim. Biliyorsunuz, arkadaşlarının büyük bir bolumu göce zorlandı ve önemlice bir bolumu de hayatini kaybettiler. Bu ruh tedirginliği içinde Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır. Bağışlanması, hös görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır! Son cümleye kadar Amiral'i gülümseyerek dinleyen Mustafa Kemal Pasa, dünyanın koparacağı gurultu ile kendini tehdide girişince, sözünü bıçak gibi kesmiş:

-Şu "Efendi Devlet" rolünü bir kenara koyunuz Amiral!.. Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz!.. İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç isleridir; kimsenin bu islere karışmasına müsaade etmem! Majestelerinin devleti memleketimizinazinliklari ile uğraşmaktan vazgeçsinler! .Kim bize saygı beslemezse, bizden saygı beklemeye hakki olmaz! Amiralin benzi kul gibi olmuş:

  -İngiltere Hükümeti’nin tabasını her yerde koruma hakki, devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz... İste o zaman Mustafa Kemal Paşa’nın tepesi iyice atmış:

  -Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız! Türk ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı (o donemde İngiliz donanması İzmir limanında bulunmaktaydı) boşaltacak güçtedir de... İsterseniz, Türk’e ihanet eden tabanızın ve azınlıklarınızın adaletten kaçan sefillerini geminize doldurabilirsiniz! Donanmanızın da en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum! Mustafa Kemal Paşa’nın cümleleri, art arda Osmanlı tokatları gibi Amiralin yüzünde sakladıkça, Amiral ne yapacağını şaşmış ve en sonunda:

  -İngiltere’ye savaş mı acıyorsunuz? Demiş. İste Pasa burada son sözünü söylemiş: - Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması’nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık... Karsımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Fakat görüyorum ki, nezaketimizi kötüye kullanmak eğiliminiz var... Buna müsaade edemem. Bizim gözümüzde  "barış antlaşması yapmamış" iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum! Bir balmumu heykeline donmuş Amiral. Sise-gerine girdiği Mustafa Kemal Paşa’nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçülmüş ve sonunda kekeleyerek:

  -Affedersiniz! Demiş ve yerlere kadar eğilerek geri kapıya gidip dışarı cıkmış. Ruşen Eşref hem düşünceli hem de gülüyordu:

-Pasa, Amirali anasından doğduğuna pişman etti. "Kendisinin Türk topraklarında bir savaşçı olarak bulunduğunu Paşa’dan öğrendiği zaman sapsarı kesildi... Tutuklanacağını, tutsak edileceğini sandı. İnce dudaklarını ısırıyor, parmaklarını birbirine kenetlemiş titriyordu. Karsısında Babıâli Paşası bulacağını sanıyordu herhalde... "İngiltere devletini kendi devletine eşit gören " bir Pasa ile karsılaştığı için, ihtiyatsızlık edip karaya çıktığına kim bilir nasıl lanet etmiştir... Aradan bir saat geçti geçmedi... İngiliz gemisinden bir müfreze ve bir teğmen cıktı. Amiralden devleti adına bir ültimatom getiriyordu, Başkomutan’a kendi eliyle verecekti. Paşa’ya bildirdim;

-"Gelsin"dedi. Teğmeni içeri aldım. Ruşen Eşref tercümanlık yapıyordu. İngiliz çakı gibi bir teğmendi. Paşa’nın karsısında gösterişli bir selam verdi ve Ruşen  Eşref aracılığıyla ültimatomu Paşa’ya ulaştırdı. Pasa:

-Peki teğmen! Hükümetimiz ültimatomunuzu inceler ve hükümetinize gereken karşılığı verir. Siz geminize dönebilirsiniz... Teğmen önce dışarı çıkacakmış gibi bir hareket yaptı, sonra da Ruşen Eşref’e dönüp:

-Başkomutan ellerini öpmeme müsaade buyururlar mı? Ruşen Eşref, teğmenin dileğini Paşa’ya söyledi, Pasa:

-Nereden icap etmiş sor bakalım!.. Dedi. Teğmen:

  -Asker olarak zaferlerine, insan olarak kendisine hayranım... Lütfetsinler... Teğmen Paşa’nın elini öptü, Pasa da teğmenin yanağını okşadı. Odayı boşalttık. Az sonra Ruşen Eşref’i çağırdı: Metni okudunuz mu? Ne istiyorlar?

  —Paşam Amiral ile görüştüklerinizin yazı ile de pekiştirilmesi isteniyor.

—Öyleyse Halide Hanım’ı (Edip Adıvar) bulunuz, hemen tercümesini yapsın ve metin olarak bana getirsin... Öte yandan bir kopyasını şifre ile Dışişleri Baknligina gönderin gerekeni yapsınlar... Durumu, ordu komutanı Nurettin Paşa’ya da bildiriniz. Gerekiyorsa benimle temas etsin. Olay kısa bir sure içinde şehirde duyulmuştu. İngiliz ve Fransızlar, kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilere bindirmeye başlamışlardı. Nitekim birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler...

İşte lider özelliği taşıyıp dünyayı kendisine hayran bırakıp giden Atatürk ve silâh arkadaşları, işte onun ölümünün ardından onun izinde olduğunu haykırıp, Türk milletini dünya ülkeleri karşısında “muasır medeniyet seviyesi üzerine” taşımaları gerekirken; Atatürk’ün tam aksine bu necip milleti yıllarca: ”Yerinde say uyguladım marş” sloganıyla kalkınmış dünya ülkeleri arasında aciz duruma getiren liderlerimize bu necip milletin hakkını ne derece helâl edip etmeyeceğini de yüce Türk milletinin takdirlerine sunuyorum… Arktık halkımız gerçekleri bir bir öğreniyor, herkesin olsun efendim!..

Son günlerde ülkemizde, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve çevremizde dönmekte olan olaylar karşısında tavır belirleyen ülkemizin değerli yöneticilerini, Atatürk’ün “kırılıp-eğilmeyen”, halkını her şeyin üzerinde tutan, bütün başarılarını halkına borçlu olduğunu göğsünü gere gere haykıran, Atamıza yürekten layık, eli öpülesi rical olmaya  davet ediyorum…

Bu güzide ülkemin al-i menfaatlerini savunan, başta Cumhurbaşkanı-TBMM Başkanı-Başbakan ve tüm  ricallerime birlik-beraberlik ve kardeşlik havası içinde, vatan-millet ve bayrak aşkıyla, kutsal görevlerinde başarılar diliyorum.

Hz. Allah yâr ve yardımcıları olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
2 Yorum
Abdulkadir İPEKOĞLU Arşivi